diktatörlük

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
360
Baskı Tarihi
2018
Yazılış Tarihi
2014
ISBN
978-605-955-68-04
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Hece Yayınları
Editörü
Hayriye Ünal
Mütercimi
Erdinç Yücel - Hasan Yılmaz
Orijinal Adı
Digitale Diktatur - Totalüberwachung, Datenmissbrauch, Cyberkrieg

Arka Kapak:
 

KITLESEL GÖZETIM-VERILERIN KÖTÜYE KULLANIMI-SIBER SAVAŞ

Çok iyi kaleme alınmış etkileyici bir kitap

Deutschlandfunk (Radyo Kanalı)

Dijital Büyük Birader

George Orwell 1984'te "Yalnız olmakla bağlantılı herhangi bir şey yapmak, örneğin hep yalnız yürüyüş yapmak da tehlikeli olabilirdi." yazmıştı çünkü bu "bireyciliğe ve olağan dışılığa” işaret edebilirdi. Google'ın Houston'da bir adamın posta kutusunda çocuk pornosu ile ilgili fotoğraflar bulması nedeniyle bu adamın çocuk pornografisi şüphesiyle Ağustos 2014'te tutuklanması bu duruma uyar. Çocuk pornografisinin yayılması hiç şüphesiz tiksindirici bir şey ve suçtur fakat asıl soru, suç teşkil eden herhangi bir şeye dair başlangıç şüphesi barındırmayan, hakkında mahkeme kararı bulunmayan, somut bir gerekçe olmadan herhangi bir mailin "potansiyel sapma emaresinden” dolayı incelenip incelenemeyeceği sorusudur, aynı zamanda global "Büyük Birader” olarak Google'ın e-mail içeriğini sansürden geçirme, ahlaki veya hukuki merci rolünü üstlenme ve kuralları belirleme yetkisinin olup olmadığı sorusudur. Böylece demokratik kontrol; yasamanın, yürütmenin ve aynı zamanda da yargının kontrolü, tamamen kendi veya hissedarlarının keyfine göre istediği gibi davranan bir şirkete geçmektedir. Bir şeyin "anormal" veya "şüpheli" olduğunu, herhangi bir yazılımcı tarafindan geliştirilen algoritma belirlemektedir. Olayın gerçek saatinde bizzat keşfedememiş olsalar da, normalden sapma gösteren durumlar, güvenlik makamlarına bildirilmektedir. 

Devamlı gözetleme durumu, sadece cezai müeyyidelere yol açmak zorunda değildir. Bu durum ileride kesinlikle farklı sonuçlar doğurur, örneğin kişi kendisi için doğru olmayan bir besin satın aldığı için ya da sağlıklı beslenmediği için, gelecekte sigortaya daha yüksek meblağ ödemek zorunda kalabilir. Mesela araba, tekerlekli bir veri belleği konumunda olursa, hız sınırının aşıldığı durumlar canlı olarak anında bildirilebilir veya daha sonra bu bilgiler kara kutudan alınabilir. Eğer ev Google firma ağına bağlı bir gözetleme sistemiyle donatılmışsa herhangi bir anda sadece ev ısısı değil, aynı zamanda da sigara, içki içilip içilmediği, sesli kutlama yapılıp yapılmadığı da ölçülebilir. Evde kalan kişi sayısının tespiti, televizyon alışkanlıklarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi gibi konular ise çocuk oyuncağıdır. Evde kullanılan tüm cihazlar prize takıldığında eski, bozuk veya fazla enerji tükettiği için değiştirilecek olan süpürgenin yerine yenisi Amazon aracılığıyla kapınızın önüne gelmiş olabilir. Büyük Birader politik bir diktatör olmak zorunda değildir: O, günlük hayat için candan bir yardımcı kılığında gelir; diktatör ise sessizce, kendiliğinden onu takip eder. Eskiden, "özgürlük, milim milim ölür” denirdi, bugün ise onun ölümü 'bit' ve "bayt” ölçeğinde olmaktadır. 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
350
Baskı Tarihi
Ocak 2013
Yazılış Tarihi
1948
ISBN
978-975-07-1283-8
Baskı Sayısı
38. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Sanat Yayınları
Mütercimi
Celâl Üster
Orijinal Adı
Nineteen Eighty-Four
Arka kapak: Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur.

BIG brother

Winston cebinden bir yirmi beş sent çıkardı. Madeni paranın üstünde de küçük, okunaklı harflerle aynı sloganlar yazılıydı; öbür yanında ise Büyük Birader'in yüzü görülüyordu. Büyük Birader'in gözleri paranın üstünden bile sizi izliyordu.  Paraların, pulların, kitap kapaklarının, bayrakların, posterlerin, sigara paketlerinin üstünden... her yerden. Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuşatan o ses. Uykuda ya da uyanık, çalışırken ya da yemek yerken, içeride ya da dışarıda, banyoda ya da yatakta... kaçış yoktu. Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey sizin değildi.


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
350
Baskı Tarihi
2013
Yazılış Tarihi
1948
ISBN
978-975-07-1283-8
Baskı Sayısı
38. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Editörü
Ayça Sabuncuoğlu
Mütercimi
Celâl Üster
Orijinal Adı
Nineteen Eighty Four

Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.

Hatırlamak

Yüzünde Beden Alıştırmaları için uygun görülen o sert ama hoşnut bakış, kollarını kaldırıp indirirken, çocukluğunun belli belirsiz günlerini kafasında yeniden canlandırmaya çalışıyordu. Ama hiç de kolay değildi. Ellilerin sonlarının ötesinde her şey silikleşiyordu. Olup bitenlerle ilgili hiçbir kayıt olmayınca, insanın kendi yaşamının ana çizgileri bile belirsizleşiyordu. Büyük olasılıkla hiç olmamış büyük olayları anımsıyordunuz, olayların ayrıntılarını anımsıyor, ama meydana geldikleri ortamı çıkaramıyordunuz, araya hiçbir şey anımsayamadığınız büyük boşluklar giriyordu. Anlaşılan, o zamanlar her şey farklıydı. Ülkelerin adları ve haritadaki biçimleri bile farklıydı. Örneğin, o günlerde Havaşeridi Bir'e Havaşeridi Bir denmiyordu; İngiltere ya da Britanya deniyordu, ama Londra'ya o zaman da Londra dendiğinden nerdeyse emindi.


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
350
Baskı Tarihi
2013
Yazılış Tarihi
1948
ISBN
978-975-07-1283-8
Baskı Sayısı
38. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Editörü
Ayça Sabuncuoğlu
Mütercimi
Celâl Üster
Orijinal Adı
Nineteen Eighty Four

Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.

Büyük Birader Bizi İzliyor

Winston cebinden bir yirmi beş sent çıkardı. Madeni paranın üstünde de küçük, okunaklı harflerle aynı sloganlar yazılıydı; öbür yanında ise Büyük Birader'in yüzü görülüyordu. Büyük Birader'in gözleri paranın üstünden bile sizi izliyordu. Paraların, pulların, kitap kapaklarının, bayrakların, posterlerin, sigara paketlerinin üstünden... her yerden. Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuşatan o ses. Uykuda ya da uyanık, çalışırken ya da yemek yerken, içeride ya da dışarıda, banyoda ya da yatakta... kaçış yoktu. Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey sizin değildi.


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
350
Baskı Tarihi
Ocak 2013
Yazılış Tarihi
1948
ISBN
978-975-07-1283-8
Baskı Sayısı
38. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Sanat Yayınları
Mütercimi
Celâl Üster
Orijinal Adı
Nineteen Eighty-Four
Arka kapak: Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur.

Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Cahillik Güçtür

İki Dakika Nefret artık doruğuna varmıştı. Goldstein’ın sesi artık gerçek bir koyun melemesine dönüşmüştü, yüzü de bir an koyun suratına dönüştü. Az sonra, koyun suratı da değişime uğrayarak, ilerliyormuş gibi görünen, kocaman ve korkunç bir Avrasya askeri olup çıktı; elindeki hafif makineli tüfek cayırdıyordu, sanki ekrandan dışarı fırlayacak gibiydi, o kadar ki ön sırada oturanlardan bazıları ürkerek arkalarına yaslandılar. Ama tam o sırada düşman askerinin görüntüsü esmer, siyah bıyıklı Büyük Birader’in yüzüne dönüşünce herkes rahat bir nefes aldı; güçlü ve akıl almaz ölçüde dingin yüz o kadar büyüktü ki, neredeyse tüm ekranı kaplıyordu. Büyük Birader’in söylediklerini duyan yoktu. Savaşın bağrış çağrışı arasında söylenen, açık seçik anlaşılmamakla birlikte sırf söylenmiş olduğu için güven veren, yüreklere cesaret salan sözlerdi bunlar. Biraz sonra Büyük Birader’in yüzü yeniden silinip gitti ve Parti'nin siyah, büyük harflerle yazılı üç sloganı belirdi:

SAVAŞ BARIŞTIR

ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR

CAHİLLİK GÜÇTÜR


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
350
Baskı Tarihi
Ocak 2013
Yazılış Tarihi
1948
ISBN
978-975-07-1283-8
Baskı Sayısı
38. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Sanat Yayınları
Mütercimi
Celâl Üster
Orijinal Adı
Nineteen Eighty-Four
Arka kapak: Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur.

İki Dakika Nefret

Ses hiç kesilmeden sürüyordu. Winston bir an kendine geldi ve ötekilerle birlikte bağırdığını, topuklarını var gücüyle iskemlenin basamağına vurduğunu fark etti. İki Dakika Nefret’in en korkunç yanı, insanın katılmak zorunda olması değil, katılmaktan kendini alamamasıydı. Otuz saniye sonra en küçük bir zorlamaya gerek kalmıyordu. Tüm topluluk, elektrik akımına kapılmışçasına, ürkünç bir kin ve nefretle azgınlaşıyor, öldürme, işkence yapma, yüzleri bir balyozla yamyassı etme isteğine kapılıyor, insanlar ellerinde olmadan yüzleri kaskatı kesilerek çılgınlar gibi bağırıp çağırıyorlardı. Ama yine de, duyulan öfke, bir pürmüzün alevi gibi bir nesneden öbürüne yöneltilebilen, soyut, kimseyi hedef almayan bir duyguydu. O yüzden, Winston’ın nefreti bazen Goldstein’a değil, tam tersine Büyük Birader’e, Parti’ye ve Düşünce Polisi’ne yöneliyor; böyle anlarda gönlü, ekrandaki yalnız, aşağılanan sapkına, bu yalanlar dünyasında gerçeğin ve sağduyunun biricik koruyucusuna kayıyordu. Gel gör ki, çok geçmeden, çevresindeki insanlarla bir oluyor, Goldstein için söylenenlerin hepsinin doğru olduğunu düşünüyordu. Böyle anlarda da, Büyük Birader’e duyduğu gizli nefret hayranlığa dönüşüyor, onu yüceltiyor, Asyalı sürülerin karşısına bir kaya gibi dikilen, yenilmez, korkusuz bir koruyucu olarak görüyordu; Goldstein ise, tüm yalnızlığı ve umarsızlığına, var olup olmadığı bile kuşkulu olmasına karşın, salt sesinin gücüyle uygarlığı ortadan kaldırabilecek, kötücül bir büyücü olup çıkıyordu gözünde.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
158
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1945
ISBN
975-07-0011-2
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Editörü
Seçkin Selvi
Mütercimi
Celal Üster
Orijinal Adı
Animal Farm
Hayvan Çiftliği, (orijinal adıyla Animal Farm) George Orwell'in mecazi bir dille yazılmış fabl tarzında siyasi hiciv romanı. Roman ilk olarak 1945'te yayınlandıysa da asıl ününe 1950'lerde kavuştu.
Neden Altını Çizdim?
Öyle güzel bir analoji ki...

Artık tartışma falan yoktu...

Kartopu ve Napolyon bu konuda da anlaşamıyorlardı. Napolyon'a göre, hayvanlar ateşli silahlar edinip bunları kullanmasını öğrenmek için eğitimden geçmeliydiler. Kartopu'na göre de, gittikçe daha çok güvercin gönderip diğer çiftliklerdeki hayvanları isyana teşvik etmeleri gerekiyordu. Birisi, eğer kendimizi savunamazsak, boyun eğmek zorunda kalırız derken; öteki, eğer her yerde yeni isyanlar görülürse, zaten kendimizi savunmamıza gerek kalmaz, diyordu. Hayvanlar önce Napolyon'u, sonra Kartopu'nu dinliyor ve kimin haklı olduğuna bir türlü karar veremiyorlardı. Doğrusu istenirse, her seferinde, o anda konuşmakta olanı haklı buluyorlardı. Sonunda Kartopu'nun planlarının tamamlandığı gün geldi. Ertesi pazar yapılacak Miting de, yeldeğirmeni için çalışmaya başlanıp başlanmayacağı konusu oya konacaktı. Hayvanlar büyük samanlıkta toplanınca Kartopu ayağa kalktı ve her ne kadar koyunların melemesi zaman zaman sözünü kestiyse de, yeldeğirmeninin yapımını savunma nedenlerini ortaya koydu. Sonra Napolyon cevap vermek için yerinde doğruldu. Son derece sakin bir şekilde, yeldeğirmeninin saçmalıktan başka bir şey olmadığını ve hiçbirinin buna oy vermemesini tavsiye ettiğini söyledikten sonra, hemen yine yerine oturdu. Topu topu otuz saniye konuşmuştu. Üstelik de kimin ne düşüneceğine hiç aldırmaz gibiydi. Bunun üzerine Kartopu fırlayıp ayağa kalktı, yine melemeye başlayan koyunları bağırarak susturdu ve coşkulu bir şekilde yeldeğirmeninin lehinde konuşmaya başladı. Hayvanlar şimdiye kadar yeldeğirmenine ilişkin iki farklı görüş arasında eşit bir şekilde bölünmüş gibiydiler, ama Kartopu'nun belagati onları kavradı götürdü sanki. Parlak cümlelerle, sefilane işlerin yükü hayvanların sırtından kalkınca, Hayvanlar Çiftliği'nin nasıl bir yer olacağını resmetti. Hayal gücü, artık ot kesicilerle, pancar dilimleyicilerin de ötesine geçmişti. Elektrik, dedi, elektrik, harman makinelerini, sabanları, kesek kırma makinelerini, silindirleri, biçerdöğerleri, saman bağlama makinelerini çalıştıracak. Ayrıca ahırdaki ve kümeslerdeki her bölmede ışık, sıcak ve soğuk su ve bir elektrikli ısıtıcı olacak. Sözleri bittiğinde, oylamanın nasıl sonuçlanacağı da açık seçik ortaya çıkmıştı. Ama tam o anda Napolyon ayağa kalktı ve hayvanların şimdiye kadar ondan hiç duymadıkları, ağlar gibi tiz bir ses çıkardı. Bu ses duyulur duyulmaz, dışarıdan da korkunç ulumalar geldi. Boyunlarında pirinç kakma tasmaları ile dokuz korkunç köpek sıçrayarak samanlığa girdi. Dosdoğru Kartopu'nun üstüne atıldılar. Kartopu yerinden tam zamanında fırlayarak onların kıskacı andıran çenelerinden kurtuldu. Anında kapıdan çıkmış, köpekler de peşine düşmüştü. Ağızlarını açamayacak kadar şaşırmış ve korkmuş olan hayvanlar, kovalamacayı izlemek için kapının önüne yığıldılar. Kartopu yola varan uzun çayırlık boyunca son sürat koşuyordu. Ancak bir domuzun koşabileceği gibi koşuyordu ama, köpekler yine de onun topuklarının dibine varmıştı. Tam o sırada ayağı kaydı. Hayvanlar bir an, köpeklerin onu kesinkes yakalamış olduğunu düşündüler. Ama yine ayağa kalkıp, eskisinden de hızlı koşmaya başladı. Derken köpekler yine ona yetişti. Hatta biri az daha çenelerini Kartopu'nun kuyruğuna geçiriyordu. Ne var ki Kartopu tam zamanında kuyruğunu sallayarak kurtuldu. Daha da hızlı koşmaya başlayarak, köpeklerle arasında ancak bir-iki adım mesafe kalmışken, çitteki bir delikten kayarcasına geçti. Bir daha da görülmedi. Suskun ve korku içindeki hayvanlar yavaş yavaş, yine samanlığa girdiler. Biraz sonra köpekler sıçrayarak geri döndü, ilk önce bu yaratıkların nereden çıktığını kimse anlayamamıştı. Ama sorun kısa sürede çözüldü. Bunlar Napolyon'un analarından ayırıp özel olarak yetiştirdiği eniklerdi. Daha tam olarak büyümedikleri halde, kurt gi¬bi vahşi görünüşlü devasa hayvanlardı. Napolyon'un yanından ayrılmıyorlardı. Diğer hayvanlar, tıpkı öbür köpeklerin Jones'a yaptığı gibi, bunların da Napolyon'a kuyruklarını salladıklarını farkettiler. Napolyon, peşinde köpeklerle, bir zamanlar Binbaşı'nın konuşmasını yapmak için çıktığı platforma tırmandı. Artık Pazar Mitingleri'nin sona ereceğini açıkladı. Gerek yoktu bunlara, yalnızca zaman kaybına yol açıyorlardı. İleride çiftliğin işletilmesine ilişkin bütün sorunlar, başında kendisinin bulunduğu özel bir domuzlar komitesi tarafından çözümlenecekti. Bu komite toplantılarını gizli yapacak, daha sonra kararlar diğer hayvanlara bildirilecekti. Hayvanlar pazar sabahları bayrağı selamlamak için yine toplanacak, "İngiltere'nin Hayvanları"nı söyleyecekler ve o hafta için kendilerine verilecek emirleri alacaklardı. Ama artık tartışma falan yoktu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
312
Baskı Tarihi
Ekim 2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-273-154-7
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikasti" olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi'nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı'nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri "hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek" ustalıkla betimliyor.
Neden Altını Çizdim?
Yakın tarihimizde kaybedenlerle kazananların maalesef paylaştığı çok alçakça bir ruh halini çok güzel anlatıyor bu satırlar.

Köpekleştirici soydan iktidar

Tamamdır bu iş Abdülkerim oğlum ... Gitti gider Sarı Paşa bu kez ... Allah babanın top arabasına binse kurtulamaz. Ciğeri, bakır onluk etmez benim paramla ... " Yan odada bir gürültü duyup şimşek gibi döndü. Elini beline atmıştı. "Husssl Bitiririm!" Rum oğlanı şaşkın bakıyordu. Elini yavaşça indirdi: - Nerde kaldı senin çorbacı? - Bilmem! lçer misiniz kahve? _ Kahve ... Patronundan mı öğrendin bu oyunları köpoğlusu .. Geleli bir saat oldu ... Nerdeydi aklın istemez ... Pencereye döndü, kasıldı. Bir İngiliz şilebi giriyordu limana ... Yazısını seçmeye çalıştı. - Sordum ya paşam ... "lçmem" dediniz ... Oğlana anlamadan baktı. Ellerini göbeğine bağlamıştı. Yılışıyordu. Ürktüğü belli. .. Kaşlarını çatıp iğrenmiş gibi yüzünü buruşturdu. ınsanların kendisinden korkmalarına, evel-eski bayılıyordu. İktidarı hırsla istemesi bundandı. Hem de olur olmaz iktidar değil, polisle ilgili ... Yakalamakla, içeri atmakla, sopa çekmekle ilgili, ürkütücü, köpekleştirici soydan iktidar... içişleri'nin çağırdığını duyduğu anda, dizleri kesilmeli herifin ... Boğazı kurumalı... Çoluk çocuk, cenaze çıkıyor gibi çığrışmalı. .. N'olduğu belirsiz çünkü. Bunun ucunda asılmak bile var. En yüreklisi köpekleşmeli önümüzde ... Tükrüğünü yutamamalı..." Farkına varmadan kasılıyor, göğsü ileri çıkıp kafası dikiliyordu.

Cumhuriyet

Bu adamlar iktidarı ele geçirmişler ve diledikleri gibi herşeyi yapma sevdasında olan insanlardı.Ne yapacaklarını da doğru dürüst bilmiyorlardı.Kimisi kominist olalım peşindeydi, kimisi bilmem ne? Sonunda tabii bu güçlü grup ,laiklik namı altında din düşmanlığına ve diktatörlüğe yürüdü.İsmi Cumhuriyetti ama, yönetim tam şekli ile diktatördü.Tam diktatörlüktü...

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
Eylül 2006
ISBN
978-975-14-1150-1
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Remzi Kitabevi
Editörü
Öner Ciravoğlu
Sabahattin Ali'nin Romanı

Görüşler

Cami Baykut Halide Edip Adıvar'dan ve Dr. Adnan Adıvar'dan da yazı alınmasını önermişti . Sabiha Sertel bu amaçla Halide Edip Hanım' ı evinde ziyaret ederek derginin amaçlarını anlattı . Dörtler'in de kadroda yer alacaklarını belirttikten sonra kendisinden sürekli yazı istedi. Halide Hanım'ın yanıtı şu oldu: "Ben de ülkede demokratik bir rejimin kurulmasından yanayım. Bu diktatörlük sistemi Atatürk'ün kurduğu bir sistemdir. Biz buna karşı geldiğimiz için gadre uğradık ve ülkeden ayrılmak zorunda kaldık. Dünyanın bugünkü durumunda artık bu sistem yürütülemez. İnönü'nün istenen özgürlükleri vereceğine inanmıyorum. O bir politika cambazıdır . Bir gün totaliter sistemin başında olur, ertesi gün demokrasi yanlısı görünür . Bir başka gün faşist yöntemleri kullanır. Daha ertesi gün sosyalist olur. Bu değişmeler iktidarı elinde tutmak içindir. Celal Bayar yarın iktidara gelirse onun da bu özgürlükleri vereceğine inanmıyorum. " Sabiha Sertel de güvenmiyordu, ama demokrasi yolunda bir şeyler yapılmasının gerektiğine inanıyordu. Şöyle dedi : "Hangi istasyona kadar birlikte gidebilirsek kârdır. Gerçek demokrasinin kurulmasını isteyenleri birleştirmeliyiz. Görüşler dergisi değişik kişisel inançları , ideolojileri olan insanları demokrasi davasında birleştirmeye yönelik bir forum olacaktır." Halide Hanım kadroyu olumlu karşıladı ve Cami Bey'in dergiye katılmasına sevindiğini belirterek şöyle dedi : "Cami Bey dünyanın en namuslu insanıdır. İnançlarında samimidir . Atatürk'ün diktatörlüğüne karşı geldiği için onu yerden yere vurdular . Gerçek bir demokrasi savunucusudur. Tevfik Rüştü Aras'ın Sovyet dostluğu inancında samimi olduğuna inanıyorum. Bayar grubuyla birleşmesi kaybettiği yeri geri almak içindir. Behice Boranla bir toplantıda bulunmuştum. 'Dağları ben yarattım' gibi bir havası vardı . Bana karşı öyle küstahça konuştu ki bütün toleransıma rağmen kendisini azarlamak gereğini duydum. Bütün bunlara rağmen ben Görüşlere yazı yazarım. Ancak birinci sayı çıksın, ben ikinciye yazı veririm." Adnan Adıvar, eşinin dergiye katılmasını hiç de iyi karşılamadı . "Halide, Halide! Ne yapıyorsun?" diye kükredi. "Biz İsmet Paşa'ya nasıl karşı çıkabiliriz? Bizim yurda dönmemiz için harcadığı çabalan unutuyor musun?" Halide Hanım kendini İnönü'ye karşı borçlu saymıyordu. Şöyle dedi : "Atatürk bize karşı çıktığı zaman, biz de Türkiye'den kaçma zorunda bırakıldığımız zaman İsmet Paşa'nın Atatürk'ü desteklediğini hiç unutmuyorum. Evet, sonra İsmet Paşa ülkeye dönmemiz için bize yardım etti. Ama bugün sorun ülkede demokratik bir rejimin kurulmasıdır."