Öngörülebilir bir düzlem olarak dünya
Sanayi, geniş köylü kitlelerini cazibe merkezi olmaya başlayan kentlere yönelterek, köklü üretim ve yaşam biçimi değişikliklerini harekete geçirmiştir. Sanayi üretiminin temel olduğu bir toplumsal düzen, öncelikle hareketliliği, ilerlemeyi, yanlışlanabilir bilgi rejimini, merakı, keşfi erdem haline getirmiştir. Ancak bunun için, geleneğin ilişkileri zaman ve mekâna çivileyen boyunduruğundan kurtulup ölçülebilir bir doğa anlayışına varmak gerekli olmuştur. Sanayi üretimi, Dünya'nın öngörülebilir bir düzlem olarak tahayyül edildiği, bunun için de hesaplanabilir birimlere bölündüğü bir anlam şemaları bütünü oluşturmuştur.
Yıllardır modern sanayi uygarlığını tartışıyoruz. İlk günahı kimin işlediğini, insanın bir zamanlar doğayla barışık bir halde yaşadığı o güzel günlere kimin son verdiğini, bizi fırtınaların orta yerinde kimin çırılçıplak bıraktığını bulmak için daha çok tartışacağız. Çünkü “Tanrı(nın) öldü”ğünü bilmek, geleneğin zincirlerini parçalamak yetmedi; bu kez özgürlük ciğerlerimizi yakmaya başladı. Özgürlük kendinin, ayrıca ötekinin sorumluluğunu üstlenmek, belirsizliklerle, çözülmez çelişkilerle sarmaş dolaş yaşamak, yani, modern bireyler olmak demekti.Ama ağır geldi özgürlük. Taşıyamadık.
Sebep Sonuç
Bildiğimiz Dünyanın Sonu
Marx’ın ve Engels'in Manifesto'yu yazmalarından bu yana geçen yüz elliyi aşkın yılda, Marksistlerin "kapitalizm krizi" ile ilişkileri, "Kurt var!" diye bağıran çobanın hikâyesine benzedi. O dev, sarsıcı ve yok edici kriz bir türlü gelmek bilmiyor. Marksistler de her geçici, kısmi krizi beklenen nihai kriz sanmaktan vazgeçmiyorlar.
Avrupa'da reform programlarının üç ana bileşeni
1848 ile 1917 arasında Avrupa'da, ../.. Reform programlarının üç ana bileşeni vardı. Birincisi, ihtiyatlı bir biçimde tanınan ama kapsamı düzenli olarak genişleyen seçme hakkıydı: Er ya da geç bütün yetişkin erkeklere (daha sonra kadınlara da) oy hakkı verildi. İkinci reform işyerlerinin durumunu düzelten yasaların çıkarılması ve çalışanların paylaşımın nimetlerinden yararlandırılması, yani sonradan "sosyal devlet" adını vereceğimiz şeydi. Üçüncü reform ise (tabii eğer burada doğru sözcük reformsa), büyük ölçüde zorunlu ilk öğretim ve (erkekler için) zorunlu askerlik hizmeti yoluyla ulusal kimliklerin yaratılmasıydı.
Sakın o uçurtmayı vurma!
Büyüyünce kaçarım belki, hani o mavi uçurtma gibi..
Çocuklar tutsak yaşayabilirler mi?
Toplumsal Ahlak
"Toplumsal ahlak denilen şey son derece önemlidir. Bunu her yerde görebilirisiniz. Fransa'da da Almanya'da da İngiltere'de de. Hatta toplumsal ahlakın uygulanmadığı bir ülke yoktur. En değersiz ve aşağılık insanlar bile toplumsal ahlaka önem verir. Üzülerek söylüyorum ki ülkemiz Japonya, bu noktada yabancı ülkelerle rekabet edecek durumda değil. Üstelik toplumsal ahlak dendiğinde size sanki kulağa yurtdışından getirilmiş bir kavram gibi gelebilir ancak bu büyük bir düşünce hatasıdır. Atalarımız Konfüçyüs'ün öğretilerini izlemekten gurur duyardı. Bu öğretilerde ahlak duygusuna sırt çevirmemek ve başkalarına karşı içten ve dürüst olmak vurgulanırdı. Bu öğretide anlayış göstermekten kasıt hiç şüphesiz toplumsal ahlaktır. Ben de bir insan olduğum için ara ara yüksek sesle şarkı söylemek istediğim olur. Ancak ben ders çalışırken yan odada birisi yüksek sesle şarkı söylese odaklanmakta zorluk çekerim. Okuduğum şeyi bir türlü anlayamam. Bu da benim hatam olur. Böyle anlarda zihnimi rahatlatmak için eski Çin şiirlerinden birkaçını sesli okumaya çalışsam bile bunu yapmaktan kendimi alıkoyarım. Neden mi? Çünkü tıpkı benim gibi, başkalarını rahatsız eden birisini hiç farkında olmadan sürekili rahatsız etmiş olmaktan hoşlanmam. Bundan dolayı siz öğrencilerim de olabildiğince toplumsal ahlaka saygı göstermelisiniz. En azından başkalarını rahatsız edecek şeyler yapmaktan kaçınmalısınız..."
Akıllı insan her şeyden evvel ıstıraptan ve tacizden azâde olmak için çabalayacak, sessizliği ve boş vakti, dolayısıyla mümkün olan en az sayıda beklenmedik ve tehlikeli karşılaşma ile birlikte sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır; ve böylelikle sözüm ona hemcinsleriyle çok az bir ortak tecrübeyi paylaştıktan sonra, münzeviyane bir hayatı tercih edecektir, hatta eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir.
Dahiler
Marksist düşünür Paul Lafargue'ın 1880 yılında yazdığı bu deneme, aşırı çalışma karşısında işçi sınıfının sefaletini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda işçinin emeğini sömürmekten vazgeçmeyen, din adamları ve burjuvalarla işbirliği yapan kapitalizmin de güçlü bir eleştirisini yapıyor.
Aptal ve öldürücü rekabet
Cicero döneminden bir şair olan Antiparos, köle kadınları özgürleştireceği ve altın çağı getireceği düşüncesiyle (tanelerin öğütülmesi için kullanılan) su değirmeninin icadını şu sözlerle kutluyordu:
"Ey değirmenci kadınlar, değirmen taşını çeviren kolu bırakın ve huzur içinde uyuyun! Horoz boş yere sabah olduğunu haber versin! Demeter kölelerin işini perilere yükledi ve bakın sevinçle tekerleğin üzerinde sıçrıyorlar. Bakın, harekete geçen dingil tekerlek parmaklarıyla dönüyor, dönen ağır taşı çevirerek. Babalarımız gibi yaşayalım ve tanrıçanın sunduğu hediyelere aylak aylak sevinelim!"
Maalesef pagan şairin müjdelediği boş vakitler henüz gelmedi; gözü kör, sapkın ve insan katili çalışma tutkusu özgürleştirici makineyi özgür insanları köleleştirme aletine dönüştürdü: Makinenin üretkenliği onları fakirleştirdi.
İyi bir işçi kadın iğle dakikada ancak beş ilmek atarken, bazı yuvarlak örgü tezgâhları aynı sürede otuz bin ilmek atıyor. Makinedeki her dakika işçi kadının yüz çalışma saatine karşılık geliyor ya da makinenin her çalışma dakikası işçi kadına on günlük dinlenme bahşediyor. Örgü sanayisi için geçerli olan şey, modern mekaniğin yenilik getirdiği bütün sanayi biçimleri için de az çok geçerlidir. Ama ne görürüz? Makina mükemmelleşip sürekli artan bir hızla ve kesinlikle insan çalışmasını aşarken, işçi dinlenecek yerde sanki makineyle yarışmak ister gibi çabasını arttırıyor. Ah aptal ve öldürücü rekabet.
Marksist düşünür Paul Lafargue'ın 1880 yılında yazdığı bu deneme, aşırı çalışma karşısında işçi sınıfının sefaletini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda işçinin emeğini sömürmekten vazgeçmeyen, din adamları ve burjuvalarla işbirliği yapan kapitalizmin de güçlü bir eleştirisini yapıyor.
Makinalar işimizi elimizden alacak mı?
Kapitalistleri tahtadan ve demirden makinelerini mükemmelleştirmeye zorlamak için etten kemikten yapılmış makinelerin maaşlarını yükseltip çalışma saatlerini azaltmak lazım. Buna kanıt mı lazım. Yüzlerce kanıt gösterilebilir. İplikçilikte kullanılan mekik tezgahı (self acting mule), iplik eğirme işçileri eskisi kadar uzun saatler çalışmak istemedikleri için Manchester'da icat edilip uygulandı.
Amerika'da makine, tereyağı üretiminden buğdayın çapalanma işine kadar tarım üretiminin bütün dallarını istila etmiş durumdadır. Peki neden? Çünkü özgür ve tembel olan Amerikalı, Fransız köylüsünün sığırımsı hayatına maruz kalmaktansa bin kez ölmeyi yeğler. Şanlı Fransa'mızda bu kadar zahmetli ve insanın bedeninde tutulmalara neden olan tarla sürme işi, Batı Amerika'da rahat rahat pipo içerek ve oturarak yapılan açık havada hoş vakit geçirme işidir.