Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
366
Baskı Tarihi
2015
ISBN
978-975-470-144-9
Baskı Sayısı
24. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türkiye'nin müzmin tartışma konularına Mardin'in yaklaşımı, modernleşme sürecini bildik "ileri" - "geri" kutuplaşmasına indirgemiyor. Derleme, farklı düşünce akımlarının modernleşmeyi algılayışlarını ele alan makalelerin yanısıra, modernleşme sürecinin gençlik, kültür, kitle gibi kavramsal çerçevelerdeki izdüşümlerini tartışan yazıları içeriyor...

Sosyal Bilimlerde Kültür

Toplumların eğitim, teknoloji, siyaset, hukuk, iktisat, sanat veya dine ilişkin sorunlarını çözdükleri kendilerine özgü yola, o toplumun kültürü denir.

Türkiye'de kültür deyimi genellikle yaşamın eğitim ve sanat yönleri için kullanılır. ”Kültür'ün sosyal bilimlerdeki kullanılışı bu değildir. Sosyal bilimlerde, kültür sosyal yaşamın öğrenmeye dayanan bütün yönleri ile ilgilidir. Burada en az iki vurgu vardır. Bazı sosyal bilimciler, kültürden söz ettikleri zaman, sosyal mevkiler diye adlandırabileceğimiz birimlerin aralarındaki ilişkilere gözlerini çevirirler: kimin kimin üzerinde otoritesi var, ailede kimin neyi yapması gerekiyor, kim ne tip iş yapıyor, kim en iyi ödülleri alıyor. Bu sosyal bilimciler için kültür, sosyal yapı anlamına gelir. Baş­ka sosyal bilimciler için kültür sosyal yapıyı sürdüren süreç­tir. Onlara göre, kültür, iletişimler aracıyla sürdürüldüğü için bu iletişimler ve semboller sisteminin tümü için kullanılmalıdır.
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
366
Baskı Tarihi
2015
ISBN
978-975-470-144-9
Baskı Sayısı
24. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türkiye'nin müzmin tartışma konularına Mardin'in yaklaşımı, modernleşme sürecini bildik "ileri" - "geri" kutuplaşmasına indirgemiyor. Derleme, farklı düşünce akımlarının modernleşmeyi algılayışlarını ele alan makalelerin yanısıra, modernleşme sürecinin gençlik, kültür, kitle gibi kavramsal çerçevelerdeki izdüşümlerini tartışan yazıları içeriyor...

Batı'nın Tekniğini Almak

İkinci Meşrutiyet Dönemi açılmadan önce, 1905 yılında, Japonların Rusları yenilgiye uğratmaları, geleneksel değerlerin modern bir medeniyette saklanılabilirliği konusunu gene ön plana itmişti. Acaba Osmanlılar, Japonların yaptığı gi­bi, Batı’nın tekniğiyle yetinip kendi değerlerini saklı tutabilir miydiler? İslamcı şair Mehmet Akif, bu tezleri 1908’den sonra ortaya atan belirgin kişiler arasında yer alır. Böylece 1908-1918 yılları arasında Batı’yı "taklit" etmeye karşı koyan İslamcı bir akım görüyoruz.
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Bu zırvalara hala hakikat nazarıyla bakan kimseler var.

İman küfrün aynıymış!

Beyefendi hakikaten değişmiş. Neşide'den bahsediyor mu?"
"Önceleri bahsediyordu. Hatta bir gün bana 'taptığım bir tek put kaldı, ötekileri kırıp attım' bile dedi; tüylerim ürperdi. 'Aman bey,' diye çıkıştım, 'kafir oldun, tövbe et! '
Buna karşı ne söyledi, biliyor musunuz?
"Bizde mutlak kü­fre, kafirliğe imkan yoktur. Her neye olursa olsun tapan, ibadet eden kimse Hakk'a ibadet etmiş, inanmış olur" demesin mi?
"Doğru söylemiş. Zira o yaptığı şey Hakk'ın müzahiridir ve onda da Hak zahirdir. Meşhur bir söz bunu anlatır:
'Saneme tapan hakikatte Samed'e tapar.' Sanem, put demektir. Samed ise esma-i hasenedendir, yani Alah demesine gelir."
"Neler de biliyorsunuz hemşire! "
"... Şu var ki Hak hiçbir şey ile takyid edilemeyeceği için 'vücud-i mutlak'ın ıtlakını örtmüş, ancak bu suretle kafir olmuş sayılır: tam kafir addedilmez. Neden? İzah edeyim:
Alah'ın sıfatı zatının hicabı, perdesi bulunduğundan ve zatın sıfatsız idraki mümkün olmadığından 'iman', 'küfr'ün aynıdır. Sıfat olmadıkça zat zuhur edemez ki! Görülüyor ki küfrün hakikatine eremeyen, yani 'sıfat'ın aynı imanı da bulunmaz."
"Ya! Öyle miymiş?
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
2013
Yazılış Tarihi
2002
ISBN
978-975-342-365-6
Baskı Sayısı
13. Baskı
Yayın Evi
Metis

"Büyük kent insanının sık kullandığı uyuşturuculardan biri de hız. Aynı şey, telaşsız da aynı sürede yapılabilir. Üstelik yapılacak şeye ayrılan zaman ve enerjinin bir bölümü seferberlik sırasında tüketilmeden. Ama hız, insanın içindeki boşlukla yüzleşmemesi için çağdaş normların da pekiştirdiği ve uyuşturucu niteliği kazandığında yavaşlatılması zor bir araç. 'Yaşamın amacı ölümdür' ilkesi doğrultusunda, her anı, aslında ne olduğu da pek tanımlanmamış bir sona bir an önce ulaşmak istercisene yaşamak.

Beğenilme Üzerine Bir Dünya

Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark etmeden. Çünkü, beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunmayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesi bir iptila ki bu ihtiyaç karşılanmadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde, çoğu zaman dışardan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.  


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
2013
Yazılış Tarihi
2002
ISBN
978-975-342-365-6
Baskı Sayısı
13. Baskı
Yayın Evi
Metis

"Büyük kent insanının sık kullandığı uyuşturuculardan biri de hız. Aynı şey, telaşsız da aynı sürede yapılabilir. Üstelik yapılacak şeye ayrılan zaman ve enerjinin bir bölümü seferberlik sırasında tüketilmeden. Ama hız, insanın içindeki boşlukla yüzleşmemesi için çağdaş normların da pekiştirdiği ve uyuşturucu niteliği kazandığında yavaşlatılması zor bir araç. 'Yaşamın amacı ölümdür' ilkesi doğrultusunda, her anı, aslında ne olduğu da pek tanımlanmamış bir sona bir an önce ulaşmak istercisene yaşamak.

Mülkiyet Dürtüsündeki Değişiklik

Maddi refahın gönül zengiliği sağlayamayacağını göremez halde, kendine ve dünyaya karşı ikiyüzlü, dolayısıyla kendine ve dünyaya kızgın insanların sayısı giderek arttı. Bu durum mülkiyet dürtüsünde de değişikliklere neden oldu: Yalnızca sahip olma adına değil, başkalarını yoksun bırakmak amacıyla daha fazlasına sahip olmak. Zamanla, başkalarına tepeden bakabilmek için saygınlık kazanma gibi boyutlar da edinerek. 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
2013
Yazılış Tarihi
2002
ISBN
978-975-342-365-6
Baskı Sayısı
13. Baskı
Yayın Evi
Metis

"Büyük kent insanının sık kullandığı uyuşturuculardan biri de hız. Aynı şey, telaşsız da aynı sürede yapılabilir. Üstelik yapılacak şeye ayrılan zaman ve enerjinin bir bölümü seferberlik sırasında tüketilmeden. Ama hız, insanın içindeki boşlukla yüzleşmemesi için çağdaş normların da pekiştirdiği ve uyuşturucu niteliği kazandığında yavaşlatılması zor bir araç. 'Yaşamın amacı ölümdür' ilkesi doğrultusunda, her anı, aslında ne olduğu da pek tanımlanmamış bir sona bir an önce ulaşmak istercisene yaşamak.

Asyalı Olmanın Anlamı

Yirmi yıl kadar önceydi, ülkemizi ziyaret etmekte olan bir Fransız Türkolog'a Fransız öğrencilerin Türkçe öğrenirken zorlanıp zorlanmadıklarını sormuştum. Evet başlangıçta bocalıyorlar dedi ve devam etti: Çünkü önce Asyalı olmayı öğrenmeleri gerekiyor, ama birkez o dünyaya girince büyüleniyorlar .Asyalı olmanın ne anlama geldiğini sorduğumda bana ''Zaman'' diye karşılık verdi, Avrupa dillerinde şahıs ön planda Asya dillerinde ise zaman. Bu çok önemli bir farklılık...

 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)

Şeyhin nuhuset tesiri

"Hocamıza anlatacağın için iki defa yorulma Neşide Hanım. Zaten benden öğreneceğin bir şey de yok. Sen hepsini teferruatıyla ona izah edersin; hiçbir noktasını gizlemeden, en mahrem taraflarıyla... Esasen az sonra yapacağın bu işe
şimdi psikanaliz diyorlar ki biz onu 'tasfye-i nefs' terkipleriyle ifade ederiz. Tasavufta telkin vardır, mesela salike mürakabe telkin olunur. Her neyse, sen anlatırsın yetmezse suallere maruz kalırsın, talimat alırsın. Neticede ruhunun hafiflediğini duyar, sükuna kavuşursun."
"Baki Bey bana birtakım yazılar gönderiyor."
"Lahavle velakuvete! Geri çeviriyorsundur, herhalde?"
"İşin fenası bu ya! Çeviremiyorum beyefendi! "
"Okuyorsun demek?"
"Pek iyi anlamamakla beraber okuyorum; okurken o sözleri kendi ağzından işitmek, sesini dinlemek istediğim de oluyor. "
"Vah vah ! "
Dilekçeler Müdürünü bir ümitizliktir sardı; mahzun gözlerle deniz seyrine daldı.
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Asıl Mürcie

Tarihte aynı adla şöhret bulmuş bir mürcie ekolü daha var ki, bunlar zulmü ve zalimi meşrulaştıran 'eyyamcı Mürcie'den tamamen farklıdırlar.

Beni Ümeyye'nin zulmünü temize çıkaran, iman-amel arasını ayırma işini yönetimin hizmetinde kullanan Mürcie'yle 'kıyamcı Mürcie'nin 'irca' inancı birbirinden farklıdır.

Kıyamcı mürcie eyyamcı Mürcie'den çok sonra Irak'ın doğusundaki yeni fethedilen bölgede ortaya çıkmıştır. Bunlar zalim yöneticileri değil zulme uğrayan fertleri savunmuşlardır.

Bilindiği gibi Emeviler Ömer b. Abdülaziz gelinceye kadar yeni fethedilen bölgelerin müslüman olan ahalisinden zorla cizye almayı sürdürüyorlardı. Ömer b. Abdülaziz, "Allah Muhammed'i tahsildar olarak göndermedi!" diyerek bu zulme son vermişti. Onun ölümünden sonra, özellikle Horasan ve çevresindeki Türkler ve diğer kavimlerin müslüman olmalarından dolayı cizye gelirlerinin düştüğünden yakınan tahsildarlar bu duruma bir çare bulunmasını istiyorlardı. İnsanların ve yeni fethedilen bölge halklarının topluca Allah'ın dinine girmelerini cizyeden kaçış olarak değerlendiriyorlardı. Bunda inandırıcı olmak için yeni müslüman olan bu halkları sapık göstermeye çalışıyorlar, iplerini ellerinde tuttukları bazı saray mollaları ağzıyla bunların müslümanIıkları konusunda asılsız şayialar yayıyorlardı.

Bu nedenle, bu dönemde yaşayan ve Özellikle Arap olmayan ünlü İsimlerden 'zındık'lık damgası yemiş olanlara, bir haksızlığa alet olmamak için ihtiyatla yaklaşmak gerekmekte.

Emevi yönetimi hicri 110 yılında cizye gelirlerinden mahrum kalan hazinenin kasalarınıdoldurabilmek için dine toplu girişleri zorlaştırıcı kimi tedbirler aldı. Bu tedbirlerden bir tanesi de bir a'cemî (Arap olmayan)'nin müslüman sayılması için ihdas edilen yeni şartlardı: Bunlardan bazıları:

1. Sünnet olmak: Bu şart o günün koşullarında ele alınmalı. Yeni müslüman olanlar ne bebe ne de çocuk idiler. Hemen hepsi yetişkin insanlardı. O günün ilkel şartları gözönüne alındığında bunların sünnet olmaları kolay olmuyordu.

2. Farzların ikamesi: İşi 'fetih' adı altında ganimetçiliğe döken yönetim, müslüman olur korkusuyla İslami tebliğ, dini eğitim ve öğretimden özellikle mahrum bıraktığı halktan, daha asgari bilgiye sahip olmadıkları dini en yüksek düzeyde yaşamalarını istiyordu.

3. Husn-u İslam: Bu şart, okkası tartısı olmayan bir husustur. Vali ya da vergi tahsildarı istedikleri kişi ya da kişiler hakkında canları çektiği zaman bunun aksini isbat edebiliyorlardı.

4. Kur'an'dan bir sure okumak: Bir anda binlercesi İslam'a giren bu insanların arap olmadığını, dolayısıyla kısa zamanda arapçaya vakıf olup Kur'an'ı öğrenemeyeceklerini yönetim de biliyordu.

Horasan'ın cizye tahsildarı vali Eşres'e "İnsanlar İslam'ı kabul edip mescidler yaptırdılar. Ne yapayım?" diye sorunca Vali'den şu cevabı alıyordu:

" -Haracı ve cizyeyi eskiden kimden alıyorsanız şimdi de aynen eskisi gibi almaya devam ediniz."

İşte kıyamcı Mürcie'yi ortaya çıkaran ilk kıvılcımın sebebi yönetimin bu haksız tutumu olmuştu. Semerkant yakınlarındaki bir bölgede yeni müslüman olan yedi bin kişi bu haksız uygulamaya karşı başkaldırdı. Yedi fersah çapındaki bir alana kamp kuran İslam'ın bu yeni salikleri'nin tek sloganı "La ilahe illallah Muhammedu'r-Rasulullah" idi. İşte bu noktada yeni bir akım doğdu. Bu haksızlığa uğrayan mazlum insanların haklarını savunmak için bir grup kari (alim) ve fakih onlara katıldı. Bu fakihler yönetimin sözkonusu uygulamasını boşa çıkarmak ve gayr-i meşru ilan etmek için bir takım fıkhi deliller getirdiler. Doğal olarak tartışılan mesele iman-amel münasebetleriydi. Sebebi de yeni müslüman olan binlerce insanın amellerindeki noksanlığı bahane eden yönetimin, müslüman oldukları halde onları kafir sayarak 'cizye' almasıydı. Sözkonusu alim ve fakihler yönetimin zulmüne maruz kalan bu insanların müslüman olduğunu isbatlamak için "irca" (havale etme, karar mercii) fikrine baş vurdular.

Sözkonusu alimlerin tezleri şuydu: Kitle halinde İslam'ı kabul eden bu insanların müslüman olduklarını ilan edip kelime-i şehadet getirmeleri onların müslüman olduklarını kabul için yeterliydi. Bu durumdaki birinin inancının sıhhatine hükmedilirdi.

Böylesi bir insana "yok sen müslüman olmadığın halde öyle görünüyorsun" denilemezdi. Hele hele bunları kafir sayıp cizye almak caiz değildi. Bazen cizye vermemekte direnenler Emevi valilerince kanı ve malı helal sayılıp öldürülüyordu. Bu zulüm toplu katliamlara kadar vardırılıyordu. Alimler bunun önüne de set çekmek için yönetimi ikrarları kabul etmeye ve kalpleri aslî sahibi olan Allah'a havale etmeye (irca) çağırdılar. Bu fikri kabul edenlere de 'irca' fikrini kabul eden kimse anlamında 'mürcie' dendi. Daha sonra "sapı" "samandan" ayırdedemeyen bazıları bu kıyamcı mürcie ile oportünist mürcie'yi birbirine karıştırdı.
 


Dünyanın Tüm Sabahları -1991 (Tous Les Matins Du Monde)

Eski bir Fransız özdeyişinden esinlenerek adlandırılmış, hem roman hem de bir film olarak oldukça başarılı ve eşine az rastlanır bir örnek olduğu da söylenebilecek yapıt, aynı zamanda günümüz Fransız edebiyatının en önemli yazarlarından Pascal Quignard´ın en popüler kitabıdır.17. yüzyıl Fransa´sında, karısını yitirdikten sonra çiftliğinde inzivaya çekilmiş olan besteci ve viyola sanatçısı Sainte-Colombe, iki güzel kızıyla birlikte yaşamaktadır. Sainte-Colombe, sanatta ün değil, şiiri arayan bir müzik dehasıdır. Bir bahar günü, Marin Marais adında utangaç ama muhteris bir genç adam çiftliğe gelir ve Sainte-Colombe´a öğrencisi olmak için yalvarır. Kralın sunduğu olanaklara ve üne sırt çeviren usta ile ün, para ve kolay yaşam peşinde koşan, sanatsal yaratının mistik derinliğini fark etmeyen öğrencisinin çelişen kişilikleri, bir çağın entelektüel yaşamına ışık tutarken, 'sanatçının kimliği ' sorunsalına da tanıklık ediyor. Sinema ve müziğin kesiştiği, kulağa ve göze hitap eden kareleriyle unutulmazlar arasına girmeyi hak eden, sanatın özüne ışık tutan müzik ve şiir dolu bir yapıt. Özelde müziğin, genelde ise sanatın kimin için yapılacağını tartışan, acı ile gölgenin yan yana geldiği, aynı zamanda gelmiş geçmiş en iyi ‘soundtrack’lerinden biri olarak değerlendirilen filmin müziklerini, öykünün ruhunu yansıtmak için Sainte-Colombe ve Karin Marias besteleri üzerine ayrıntılı bir çalışma yapan Jordi Savall yapıyor. 1992 yılında 7 dalda Cesar ödülü kazanan film hem sinema tutkunları hem de klasik müzik düşkünlerinin kaçırılmaması gereken bir görsel-işitsel şölen sunmakta. Kaynak: http://www.sinemalar.com/film/6394/dunyanin-tum-sabahlari

Müzik

Tüm notalar ölerek bitmeli.

Dünyanın Tüm Sabahları -1991 (Tous Les Matins Du Monde)
Sayfa Sayısı
320
Baskı Tarihi
Aralık 2015
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-605-171-161-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa
"Bu kitap, 2003-2007 yılları arasında yaşanan ve kamu yönetiminde yeniden yapılanma projesi ekseninde dönen olayları, değişim sürecini, siyasî çıkarlar ve güç mücadelesi yapılırken ülkemizin geleceğinin nasıl göz ardı edildiğini hikâye ediyor. Bir bütün olarak başlatılan değişim programının bir parçası olan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Projesi'nin öyküsünü ve projenin yürütülmesi sırasında karşılaşılan olayların perde arkasını anlatıyor.

Değişime İtiraz

Rasyonel bir araştırma ve inceleme sonucu oluşan direnişler, değişimin kapsamı, yönü ve süreciyle ilgili farklı seçenekler nedeniyle oluşanlardır Temel dayanağı haklı ve güçlü olduğu takdirde bu tür direnişler geçerlilik kazanır. Değişim lideri bu tür itirazları kafası ezilecek karşı çikışlar olarak de ğil, bir kontrol panelindeki alarm işareti gibi hataları gösteren bir uyan olarak düşünmelidir. Bu uyarılar üzerinde hassasiyetle durmali ve gerekli düzeltici tedbirleri almaya özen göstermelidir. Bu tür itirazlan gidermek ve taraflan ikna etmek aynı zamanda değişimin sthhati açısından da yararlıdır.

Siyasi ve hissi olan direnişlerin temelinde ise daha çok korku ve güvensiz- lik yatar. Mevcut dengelerde elde ettiği mevki veya çıkarları kaybetme kor- kusu yaşayanlar, alışkanlıklarımı ve tecrübelerini aşın kutsayanlar, değisimin getirdiği meçhullüğü tehdit olarak alglayanlar veya projenin kendileri dışında birisi tarafindan yapılmasını kabullenemeyen otoriter zihinler değişime karşı koyarlar. Bu tür direnişlerden kaynaklanan sözde itirazłar iyi niyetle gözden ge irilse bile, farkli bahanelerle devam eder ve taraflarini ikna etmek mümkün olmaz. Aynica bu tür karşı koymaların dikkate alınması halinde bazen değişim kendi istikametinden sapabilir veya ideal bir model olmaktan çıkabilir.