İslam

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir. İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.

Ölçünün, İslam'ın kuralları olduğunu unutmamak gerekir.

Önce, bilineni tekrarlayayım: İslam ahlakı, Müslüman insana belirli bir yükümlülük getirmektedir; - iki yanlı bir yükümlülük! Müslüman insan Kur'an'da ve Sünnet'te 'iyi' (ma'ruf) olduğu belirtilen fiilleri yapmak, 'kötü' (münker) olduğu belirtilen fiillerden de kaçınmak zorundadır. Dolayısıyla, neyin 'iyi', neyin 'kötü' olduğunun tespiti, seküler bir tercihe ya da bireyin kararına bırakılmış değildir. Ölçünün, İslam'ın kuralları olduğunu unutmamak gerekir.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Dava Adamının Özel Hayatı Olmaz

"Alimler, peygamberlerin vârisleridir." Onlardan devraldık­ları iman hizmetini, mirasçısı oldukları peygamberlere yakışır bir şekilde devam ettireceklerdir. Sadece bilmek, âlim olmak, inşam "peygamber vârisi" yap­maz, bunun için, "peygamber gibi davranmak" icap eder. Ancak bunu yapabilen âlimler, o makama ve tebrike lâyık olurlar. Dava Adamının Özel Hayatı Olmaz Bu büyük insanların, hâlleri, tavırları ve yaşayışları; sözlerin­den daha tesirli olur. Bu insanlar her anlarını, günün yirmi dört saatini, Müslümanca yaşarlar. Bu zatarla insan, bir genç, yirmi dört saatini birlikte geçirebilir... Fakir, Hasanül Benna, Sabri Efendi, Zahid Kevseri ve İhsan Efendi gibi zatlarda bu hâli gördüm. Ne yazık ki, İslâm davasına önder olduğu söylenen bazı meş­hur kimselerin, şahsî davranışlarında, siyasî veya ticarî hayatiarında, yakışıksız hâller görülebiliyor... "Canım bu onun özel hayatıdır, karışmayalım." denilemez. Çünkü dava adına öne çıkmış adamların, özel hayatları olamaz... Özel hayatını, keyfine göre yaşamak isteyenler, İslam adına öne çıkmazlar, çıkamazlar, çıkmamalıdırlar.

Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Düşmanın Silahı

İslam, Müslümanları kafirlere benzemekten men etmektedir. Bu , her Müslüman için genel bir hüküm mahiyetindedir. Giyim kuşamdan başlayarak yemek yeme tarzına, selamlaşmaya, beşerî ilişkilerdeki tavırlara kadar, günlük ve bireysel yaşantıdan toplum düzenini yöneten her çeşit kurallara kadar, İslamî nasslarla bağlı kalarak yaşamak, Müslümanları bir bakıma kafirlere benzemekten ve onlara özenmekten zaten kendiliğinden korunmuş olmaktadır. Öte yandan “düşmanın silahıyla silahlanmak” şeklinde Türkçeye aktarılan bir hadisi şerif meali var. Demek ki, bu hadisi şerifin sakladığı anlam, yukarda belirlenmiş olan genel hükümle sınırlıdır. Yani düşmanın silahıyla silahlanmakla beraber, gene de düşmana benzememek gerekmektedir. Başka şekilde söylersek, Müslümanların “düşmanın silahıyla silahlanması” onlara benzemeleri anlamına gelmemektedir. Öyle sanıyorum ki, günümüzde, Müslümanların bir kısmını, düşmanın silahıyla silahlanma hususunda tedirginliğe sevkeden saiklerin başında, acaba düşmanın silahıyla silahlanırsak onlara benzer miyiz, gibi bir mülahaza bulunmaktadır. İslam’ın öngördüğü diğer bir hükmü, daima “orta yol”da bulunmak gerektiği yolundaki hükmü hatırlarsak, şimdi değinilen endişenin geçerli bir tabana oturmadığını hissederiz. İlkin “düşmanın silahı” sözünü, başka hiçbir mecazî anlama çekmeksizin sadece ifade edilen anlama mahsus ve münhasır bir ıstılah olarak anlamak gerektiği kanısındayız. İkinci olarak düşmanın silahıyla silahlanın sözünü, aynı zamanda bu silahı İslam’ın buyrukları çerçevesinde ve İslamî amaçların gerçekleşmesi doğrultusunda kullanın şeklinde anlama zorunluluğu vardır. Yani hem düşmanın silahıyla silahlanıp hem bu silahı düşmanın telkin ettiği amaçlar doğrultusunda kullanırsak, işte bu noktada, kafirlere benzememek hususundaki emrin sınırını geçmiş(haddi aşmış) oluruz. Buradaki sınırlamalara özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. Düşmanın silahıyla silahlanırken onlara benzeme endişesi, aslında o kadar basit bir olay değil. Özellikle, düşmanın bugünkü silahlarını gözönünde tutar da, onların karmaşık bir takım teknik süreçlerin eseri olduğu, bu teknolojinin de yalnızca silah sanayii ile ilgili bulunmayıp bütün bir yaşama tarzına bağlanabileceği gerçeği göz önüne alınırsa, “silahlanın” hükmünü yerine getirmenin ne kadar zor ve görünmeyen tarafları bulunabileceği kabul edilir sanırız. Bununla birlikte bu tür güçlüklerin, bir hükmün yerine getirilmesi hususunda mazeret sayılmayacağı hatırlanmalıdır. Tabi burada, en önemli meselelerden biri, düşmanın silahının ne olduğu hususunda isabetli bir karara varmaktır. Düşmanın sahip olduğu silahlardan hangisini veya hangilerini kullanacağı hususunda doğru bir mütalâaya sahip olunmalı ki, mukabil silahlar ona göre edinilebilsin. Bir başka husus da şu olabilir: Yukardaki bütün mülahazalar taazzuh etmiş bir İslam toplumu için geçerlidir. Silahlanmanın maksadı, kanımızca, düşmanın silahını etkisiz hale getirmektir. Düşmanın silahını etkisiz hale getirmek için elimizdeki silahı mutlaka kullanmak zorunda değiliz, ama elimizde silah tutmak kaçınılmaz görünmektedir. Bütün mesele hadleri isabetle tayin edebilme noktasında toplanmaktadır. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler-Rasim Özdenören