Niçin Dâva Etmem?

Yarım asıra yakın meslek hayatımda irili ufaklı kalem sahiplerinin yüzlerce hakaretine ve iftirasına uğradım. Hepsinin cevabını verdim, fakat hiç birini dâva etmedim. Birçok yazılarımda, cevaplarına tahammül etmek şartiyle, herkesin bana dilediği şiddet ölçüsünde hücum edebileceğini ve herhangi bir kalem sahibi aleyhinde hakaret dâvası açmayacağımı tekrarladım, bu sözüme de sadık kaldım. Kendim kabul edip yine kendime kabul ettirdiğim bu kanunun gerekçesi, şartsız ve hudutsuz bir fikir hürriyetine taraftar olmak değildir. Bilâkis, fikirlerin mevcut olmadığı münakaşa hallerinde fikir hürriyetinin de boş bir kavram olduğunu bilirim. Fikir hürriyeti yalnız fikir sahiplerinin hakkıdır İnsan hür doğmaz, boş doğar. Fikir ve hürriyet sonradan gayret ve liyakat yoluyla elde edilmek lâzımdır. Biz kanunun değil ancak kafanın verdiği hürriyete lâyık olabiliriz. Küfür eden yazarlar elbette bu hürriyete lâyık değildirler ve adalete hesap vermeleri doğru olur. Fakat elinde kalemi, önünde kâğıdı, verilecek cevabı ve bunu yayınlayabileceği gazetesi olan bir yazarın hakarete uğradığını farzettiği hallerde yapacağı şey mahkemeden imdat istemek değildir. Birisi benim dinsiz olduğumu yazarsa, evvelâ bunu hakaret saymam; bu yanlış iddiayı yüzükoyun yere kapaklandırmak için iki kelime kâfidir: "Elhamdülillah Müslümanım!" Fikir münakaşala-rında, ispattan daha yıkıcı, delilden daha öldürücü silâh yoktur. Bunlara sahip olmağa çalışırım, sahip olduğum zaman da adaleti kendime siper edip er meydanından kaçmam. Birinci sebep bu. Başka bir sebep de, yüksek basın seviyesinden mahrum memleketlerde sert şekilleri tatbik edilen Basın ve Ceza Kanunlarının en seviyesiz muarızlarıma karşı benim arzumla harekete gelmesini doğru bulmayışımdır. Muharrir adına lâyık bir adam, kanundan evvel kendi vicdanından korkar. Bu vicdana sahip olmayanları kanun yoluyla bir müddet susturmak mümkün, fakat ikna yollarının dışında onlara bir vicdan kazandırmak imkânsızdır. Nihayet bir de mesleğinin meslekdaş seviyelerini aşan yüksek bir değer mertebesi vardır. Herhangi bir kalem sahibinin bir maznun sandalyesine oturttuğum zaman, ben o nasibsizin şahsında mesleğimi küçük düşürmüş, bana hakaret edildiği iddiasıyla herhangi bir kaleme hakaret etmiş olurum. Çünkü benim yazı müessesesine karşı beslediğim saygı, en âdisinden en kalitelisine kadar her çeşit kalemi düşürmeyi değil, yere düşerse onu alıp kaldırmayı bana emreder... Bu sebeplerden ötürü hiç bir kalem sahibini dâva etmedim, etmem ve bundan sonra prensibime sadık kalmak, sabrını bana vermesini Allah'tan dilerim. Tercüman, 1960
Peyami Safa - Sanat-Edebiyat-Tenkit - Sayfa 322

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.