Türü
Roman
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
2007
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
yitik hazine
Mütercimi
türkçe
Orijinal Adı
şehadetname
Çanakkalenin bir öyküsüdür
Neden Altını Çizdim?
isterim ki bunu okurken sizin de yüzünüzde bir tebessüm oluşur:D

İşte bizimkiler..

Türklerin eline geçen bir esir için çavuş ingilizi al sargı yerine götür biz meşgulüz içemiyoruz bizim yerimize güzel bi çay ismarlasınlar ona yok çay içemem karnım aç derse bir tas arpa çorbası ikram etsinler . misafirperverliğimizin en güzelini sergilesinler. Demeye hacet yok , bunları zaten yaparlar ya , ben kumandanlık vazifem icabı söyledim bunları sen aldırma.

Türü
Roman
Yazılış Tarihi
2012
Münib Engin Noyan'ın yıllardır beklenen romanı... ... ve Râbia! Güçlü kurgusu, şaşırtıcı karakterleri ve Münib Engin Noyan'ın kendine has anlatım üslûbuyla tadlanmış "Aşk Düşünce Yollara" adlı roman üçlemesinin ikinci kitabı olan "Hikâye-i Râbia"da onun başına gelenleri öğreniyoruz! Tıpkı gönlünün sultânı Bilâl gibi, bu defa Râbia'da savruluyor kaderinin fırtınasında... "Hikâye-i Bilâl"de yer alan olaylar ve ilişkiler zincirinin bazı halkları çözülürken, onlara yeni halkalar ekleniyor, girift ve alabildiğine şaşırtıcı gelişmeler birbirini kovalıyor. ... ve Yûsuf Bilâl! 1856 yılında sevk-i kaderle varlığından bile haberdâr olmadığı Amerika'ya savrulmuş olan ceddi Bilâl'in akıllara durgunluk veren macerasından 156 yıl sonra, ecdâd yurdu Türkiye'ye, Istanbul'a, Üsküdar'a geliyor! Ve Yûsuf Bilâl, İmam Bilâl'in ve ölümsüz aşkı Râbia'nın izlerini bulmaya çalışırken kaderin bilinmezleri şaşırtıcı bir şekilde tecellî ediyor... Hülâsâ, "Hikâye-i Râbia", yepyeni kahramanları ve sıradışı olay örgüsüyle yine heyecandan heyecana sürüklüyor, şaşırtıyor, derin derin düşündürüyor, kâh güldürüp, kâh ağlatıyor.

İlk görüşte...

Sesin, kapının eşiğinde duran sahibinin gördüğü anda Yusuf Bilal, hayatında o ana kadar hiç tanımamış olduğu derin bir hisle sarsıldı; ağzı, verilen selama mukabele etmeyi tamamlayamadan açık kaldı; gözleri, hafifçe çatılan kaşlarının altında sesin sahibinin yüzüne adeta kilitlendi; kalbi birden yerinden fırlayacakmış gibi hızla atmaya başladı, dudakları kurudu, elleri buz kesti: kapının eşiğinde simsiyah bir örtü ve simsiyah bir abayaya bürünmüş Muhsine Bergüzar hanımefendinin otuz-otuzbeş yıl önceki hali duruyordu. hafifçe çekik bir çift simsiyah göz neredeyse şeffafmış hissi uyandıran bembeyaz, dupduru bir ten ve ince, ince olduğı kadar da tatlı ve samimi ama vakur bir tebessüm...

Bab-ı Esrar

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yedi yüz yıldır çözülemeyen sır; Şems-i Tebrizi cinayeti... Yedi yüz yıldır süren bir sevda; Şems-i Tebrizi ile Mevlana..

Her çocuk bir umut...

Tanrı olmak diye birşey varsa işte buydu; bir insanı dünyaya getirmek, birine can vermek, yaşamın sürekliliğine katkıda bulunmak. Çünkü her çocuk bir umuttu. Ve yaşam ne kadar acımasız, insanlar ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, onları kendilerinden başka kurtaracak kimse yoktu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

-Rabia. Yeni adım ne? -Osman

Piyanist bir senelik derunî mücadeleden sonra vasıl olduğu kararı kıza nasıl söyleyeceğini günlerce ezberlemişti. Bu dakika, aklına bir tek kelimesi gelmiyordu. — Ben sizsiz yaşayamayacağımı anladım, sizinle evlenmek istiyorum! Hay şeytan hay! Bu ne biçim izdivaç teklifi? Rabia'nın ipek kirpikleri birdenbire kalktı. Gözlerindeki samimiyet ve cür'et Peregrini'yi şaşırttı. — Bana da sizsiz yaşamak çok güç geldi. Fakat nasıl evlenebiliriz? (Biraz durdu, Peregrini'nin bir şey söylemesini bekledi.) Dinlerimiz ayrı. — Böyle şeylere ehemmiyet verilmeyen bir yere gideriz. Siz Müslüman kalınız. Ben hiç bir dinin çerçevesine girmek istemiyorum. Renksiz fakat kat'î bir sesle cevap verdi: — O halde kâbil değil. Başını pencereye çevirmişti. Yüzünde bir damla kan kalmamıştı. Fakat sesinde, her şeyi etraflı düşünmüş ve kararını ona göre almışların vuzuhu vardı. Bu, Rabia'ya talihin son darbesi gibi geldi. Kafasının içinde vaziyetini göz kamaştıran bir aydınlık içinde görüyordu. Rabia'nın bir ruh iklimi vardı ki oradan kendini koparmak imkânı yoktu. Peregririî Müslüman olsa bile onu başka yerlere, başka bir hayata götürmek isteyecekti. Halbuki Sinekli Bakkal ona, aşkından da, hatta dininden de kuvvetli göründü. Kökleri orada, kendini oradan koparırsa, köksüz bir ot gibi kuruyacak. Halbuki Peregrini böyle bir cevap ihtimalini de düşünmüş, kararını ona göre vermişti. Rabia'nın köklerinin bu kadar sağlam olması onu cazip yapan şeylerden biri değil miydi? Onu yabancı bir toprağa dikip yeniden filiz saldırmak imkânı yoktu. Halbuki Peregrini'nin kendisi ezelî serseri. Bütün maniaları atlayıp kıza ulaşmak ona düşüyor. Rabia'yı alacaksa yalnız onun dinini kabul etmek kifayet etmeyecekti. Onun yaşadığı sokakta, evde, aynı tarzda yaşamak lâzımdı. Bütün bunları gözüne aldıktan sonra, Sinekli Bakkal'a gelmişti. Rabia, eski sevgililerine benzemeyen bir sevgiliydi. Onlara karşı içinde en bariz şey hırs, cinsî iptilâ! Rabia'ya onu bağlayan bağ, vaktiyle onu anasına bağlayan bağ kadar sağlam. Bütün bir hayatın tatmin edemeyeceği, geçiremeyeceği bir rabıta. Kızın kafasındaki salâbet kalbindeki doğruluk onda huşûa yakın bir hürmet uyandırıyor. Rabia'nın fakir muhitindeki insanî kıymetleri kendi zengin, medenî^ ve sanatkâr muhitindeki kıymetten yüz defa esaslı, devamlı ve elzem addediyordu. Başka başka dinlerin, harsların medeniyetlerin mahsûlü oldukları halde gene Rabia ile onun anası arasında müşterek noktalar, benzeyişler buluyordu. Rabia oturduğu yerden hiç kımıldamamıştı. Daima önüne bakıyordu. Çocukluğunda, bilhassa hayatına Tevfik girmeden evvel, dudaklarının kenarlarında daima duran çizgiler, kaşlarının arasındaki şakulî hat derinleşmiş, yüzü sapsarı. Fakat ıstırabını göstermemek için o kadar kuvvetli bir irade harekete geçmiş ki... Rabia'nın genç yüzü üstünde Peregrini şimdiye kadar görmediği bir ıstırap maskesi gördü. Kafasına inen darbeye o kadar vakarla, cesaretle mukabele ediyordu ki, Peregrini'nin gözlerinden birdenbire yaşlar boşaldı: — Rabia, Rabia, dinin, dinim. İstediğin yerde, istediğin gibi yaşamaya razıyım. Beni kabul eder misin? — Evet. Kalktı. Kızın elini öptü, başına koydu. Vehbi Efendi'ye gidecek, Müslüman olmanın hususî ve resmî şeraitini tespit ettirecek. Yavaş yavaş: — Vehbi Efendi bana bir gün ecdadımın belki Müslüman olduğunu ve benim de aslıma ric'at etmem ihtimalini belki şaka olarak söylemişti. Onu bilmem ama sana, evine, vatanına, anasının bucağına dönen bir serseri gibi dönüyorum. Ne zaman evlenebiliriz? Ne zaman beni evine.. .Evime alırsın? — Ne kadar çabuk olursa, o kadar iyi. Kapıdan çıkarken döndü: — Bir kere annem beni dünyaya getirdi, bir kere de sen, bambaşka bir dünyaya beni getiriyorsun Rabia. Yeni adım ne? — Osman.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
2007
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
yitik hazine
Mütercimi
türkçe
Orijinal Adı
şehadetname
Çanakkalenin bir öyküsüdür

Güneşi vurmak..

Güneş yaradılışı gereği bütün gücüyle toprağı ısıtmaya,üzerindeki varlıklara canlanmaları için yardım etmeye hazırlanıyordu. Bu canlılığı yok etmek, güneşi vurmakla eş anlamlıydı. Ancak vahşetten büyüüük bir zevk alanlar; karanlığı sevenler, güneşi vurabiliirlerdi.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
"Asıl farkımız derunî tempomuz ve ahenk meselesidir."

Alman Musikîsi

Asil, hakikî ve en olgun musiki, kalbe, asaba değil, dimağa hitap eden musiki. İnsanı, nefsinin bütün zulümlerinden, tahakkümlerinden halâs eden tatlı ve daimî bir fikir aydınlığı. Rabia, bunları müphem bir şekilde hissederken Kanarya, Vehbi Efendi'ye diyordu ki: — Bizim Efendi kadar Alman musikisini çalan adama tesadüf etmedim. Ben bir şey anlamıyorum. Bu Bach mı, Beethoven mi? — Bilmem. Ben de sade dimağa hitap eden bu cins musikiden hiç anlamıyorum. Halbuki Avrupa musikisini pek severim. Bilhassa, Peregrini çaldığı vakit. Bana, Efendi'nin çaldığı hava ne gibi gelir, size anlatayım. Dâhi bir mimarının kurduğu bir sada abidesi. Yalnız riyazî bir dâhi böyle bir eser yaratabilir. — Acaba bu abidenin içi nasıldır dersiniz? Vehbi Efendi biraz düşündü. Cevap verdiği zaman bir sada abidesini değil, Şark ve Garp'ta alelade insanların meskenlerini mukayese ederek anlatıyor gibiydi. — İçleri hep mantığa uydurularak yapılmış olacak. Her parçası bir maksat için yapılmış. Onlarda bizimkilerdeki köşeler, bucaklar olmasa gerek. Bir maksat düşünülmeden yapılan köşeler. Fakat ne kadar daha cana yakın ve sıcaktırlar! Kanarya yavaşça güldü. — Sizi sıktım mı? Nejat Efendi salona dönmüştü. Rabia gözlerinde samimî bir minnetle teşekkür etti. Hakikat yüzü dinlenmiş, tavrı eski sükûnunu almıştı. Vehbi Dede, Efendi'ye doğru ilerledi. — Hanımefendi'ye Alman musikisinin, sizin çaldığınız kısmından bir şey anlamadığımı söylüyordum. — Fikrî musikiyi biz pek anlamıyoruz. Bu mevzu Efendi'nin salâhiyetle bahsedebileceği mevzu olduğu için kekelemeden söylüyordu. Devam etti: — Fakat bizi Garp musikisinden ayıran bu fikrîliği değildir. Çünkü Garp musikisinde de fikrî olanı çok azdır. Asıl farkımız derunî tempomuz ve ahenk meselesidir. — Garp musikisinin melodisi yoktur. Kanarya atılmıştı: — Size öyle gelir. Fakat muhtelif melodileri bir araya katıp yaptıkları bu muğlak ahenk bence medeniyetlerinin en büyük, belki bir tek muvafakiyeti Bizdeki tek başına tekrar edilen, söylenen melodiler insana bir yalnızlık hissi verir. Alaturka şarkı söyleyen bir adam bana kendi içine hapsolmuş bir adam gibi gelir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
117
Baskı Tarihi
Eylül 2011
Yazılış Tarihi
2010
ISBN
978-975-996-281-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Profil Yayıncılık
Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri. Şehrin ötekileri yani. Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs. Karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey. Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani. Tarık Tufan, “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak” kitabında her şey hızla akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.

Matematik ve Tanrı

Her yıl düzenlenen ve tek bir ikişiye verilen en büyük para ödülü olan Tempteton Ödülü bu sene , "hayatın en büyük sorusu" yani Tanrı'nın varlığının matematiksel yolla ispatı üzerinde yürüttüğü çalışması nedeniyle Polonyalı teolog ve matematik profesörü Michael Heller'e verilmiş.. Tanrı ve matematik ! Matematik ve Tanrı ! Olmuyor, bir türlü yanyana gelmiyor zihnimde. Matematiği zayıf adamlardan biriyim çünkü ben. Modern akıl, Tanrı'yı hesaplanabilir bir obje hâline dönüştürme çabası içinde. Modern hayat, modern akıl, bir türlü insanın kalbinden silemediği "inanmak" duygusunu, matematiksel bir problem hâline dönüştürüp,bilimsel teoriler yığınının içindeki sıradan yerine fırlatmayı hesaplıyor. Yüzyıllardır bunun için denemediği şey kalmadı ve fakat Tanrı,merhametli yüzünü üzerimizden eksik etmediğindenbilim denen ateşli silahın boşalttığı mermiler yüreğimize değip başka yere sekiyor. Siz bakmayın matematikle, bilimle Tanrı'yı arama çabalarına.Bir hakikatin peşinde değiller. "Hesaplanabilir bir tanrı" icat ederek kendi hurafelerinin, yoz ahlâklarının,sömürü saldırganlıklarının yaydığı pis havayı tamizlemeye çalışacaklar. Kendi tanrısallıklarını, icat ettikleri bu "modern tanrı" ile gizlemeye çalışacaklar.. ben sizin matematiğinizin hesaplayabildiği bir Tanrı'ya inanmıyorum !

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
448
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9786050902518
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitap
Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır.. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe... Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur. Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe... Attığımız her adım, yaptığımız her işte kendimizi yansıtırız. Budur çözülmesi gereken bilmece...

Kimse kimseyi tekamül ettiremez..

"..İnsan yüreği soba gibi. Sıcaklık üretiyor, enerji yayıyoruz. Ama başkalarını suçlayınca, onları karalayınca, dedikodu yapıp kem konuşunca enerji kaybolur. Yüreğiniz soğur. Zişan diyor ki, 'Her zaman kendi içine bakmak en emin yol. Başkalarıyla uğraşmayı bırak. Her gazap, her kahır ağır bir çanta. Niye taşıyasın? At onları. Sıcak hava balonu gibi hayat. Yukarı mı gitmek istersin, aşağı mı? Hiddeti, intikamı, rekabeti bırak. Torbalardan kurtul.' Zişan diyor ki, 'Evren yuvarlak, çemberde iki yay var. Biri yükselen, biri alçalan. Her insan durmadan hareket halinde. Bazısı iner, bazısı çıkar. Yükselmek istiyorsan, en çok kendini eleştir. Kendi hatalarını görmeyen asla iyileşemez.'

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
598
Baskı Tarihi
ekim 2006
ISBN
9758180037
Baskı Sayısı
35. Baskı
Yayın Evi
Büyük Doğu
Tefsir, Hadîs, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirili ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, “Başlangıç” yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak “doğru” üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, sanat eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selâhiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak, inanmış ve teslim olmuş sanat tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur.

Akdeniz

Şu Akdeniz ne esrarlı çerçeve!.. Yoksa dünya evinin cümle kapısı önündeki havuz mu o?..