Türü
Roman
Sayfa Sayısı
232
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9754700087
Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde, İstanbul'da batılılaşma ile geleneksel değerlerin, kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını irdeleyen bir romanıdır. Bu romanda işlenen konu bir aileyi ilgilendirse de roman zamanın genel özeliklerini anlatmaktadır. Türk toplumsal yapısını, Türk aydının bu yapı karşısındaki çıkmazını kronolojik olarak incelediği kitaplar dizisinin ilk kitabı sayılabilir. Zaman olarak II. Meşrutiyet zamanları seçilmiştir. Türklerin bugün “Batılılaşma” diye tabir edilen değişim serüveni nasıl başlamıştır? Hangi dinamikler halkı değişmeye ve öykünmeye itmiştir? Bu sorular, ileri bir araştırma konusudur ama Kiralık Konak’ta işlenen toplumsal düzenin oluşumunu sorgulayan insanlara da çok önemli ipuçları verir. Çünkü, kitapta artık kurumsallaşan ve kökleşen bu öykünmenin yarattığı kuşağın eskisiyle çatışması vardır.

Kuşak çatışması

Naim Efendi "sağ olsun " diyordu "hemşire kendini hala eski devirlerde zannediyor. Kıyafetler gibi ruhlar da değişti. Büyüklere eski itaat, eski hürmet nerede,kimde var?Bizim gördüğümüz terbiyedeki insanlarla şimdi alayediyorlar. Belki hakları da var her eski şey biraz acayiptir, çocuklarımızın çocuklarını kendimizi uydurmaya çabalamak ne beyhude! Onlar herşeyden evvel ,zamanın icabatına uymaya mecburdurlar.Hemşire istiyor ki ,Seniha kendisi gibi olsun. Bu mümkün mü? Gençliğimizde kendisinin yaşayışı,giyinişi,düşünüşü büyük validenin yaşayışına,giyiniş ve düşünüşüne benziyor muydu?"

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
528
Baskı Tarihi
şubat 2008
ISBN
978-975-01295-2-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Yarımelma

Sükûn

Sükûnu nerde bulur âh kalb-i mehcûrum Derûn-i sînede bin herc ü merc-i dâim var!

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
190
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1956
ISBN
978-975-470-566-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Hep O Şarkı, Yakup Kadri’nin son romanıdır ama romanlarının taşıdığı zamansal bütünlük bakımından zincir romanlarından ilki olarak düşünülmelidir. Roman, Abdülaziz, V. Murat ve Abdülhamit’in hükümdarlık zamanlarında geçer. Bu açıdan Kiralık Konak’tan önce geldiği düşünülebilir. Romanın diğer bir özelliği de Yakup Kadri, olayları sadece bu romanında bir kadın karakterin birincil ağzından aktarır. Münire, kendi hayatını anlattığı bir kitap yazmaktadır ve aslında bu kitap “Hep O Şarkı” dır.

Gerçi, benim ayaklarım öpülmeyecek şeyler değildi!

Nihayet, günün birinde Zeyrekli Fatma Hanım çıkageldi. Bana Cemil Bey'in bir mektubunu daha getiriyordu. Bu benimki kadar kısa bir tezkereydi. Fakat, aynı hararetle, aynı heyecanla yazılmıştı ve en sonunda gene Zeyrekli Fatma Hanım hakkında şu haşiye vardı: "Pek yakında bir yerde buluşabilmemiz imkanını Fatma Hanım temin edecektir. Kendisiyle bu hususta görüşüp bir karar vermenizi ayaklarınızdan öperek rica ederim." Ayaklarımdan mı öperek? Bu söz, bilmem neden, ta içime işlemişti. Gözlerimden yaşlar akarak üst üste birkaç defa okudum. Cemil Bey'i eğilip ayaklarımdan öpmeğe çalışır görüyorum ve bana sevgisinin, onu, onun gibi bir adamı, böyle bir zillete katlanacak derecelere düşürmüş olmasından acayip bir elem duyuyordum. Gerçi, benim ayaklarım öpülmeyecek şeyler değildi. Dadım, her vakit, çoraplarımı giydirip çıkarırken, pabuçlarımı geçirir veya çekerken onları iki avucunun arasına alıp nasıl okşar, nasıl öper, koklardı. Zaten, o devirlerden bende kala kala sanırım yalnız ayaklarımla ellerimin güzelliği kalmıştır. Bir vakitler yay gibi gergin ve çekik duran incecik incecik kaşlarım şimdi iki tırtıl şeklinde kıvrık kıvrık aşağıya sarkıyor. Bunların, altında, iri ela gözlerim eski ferlerini çoktan kaybetmiştir. Ucu hafifçe yukarıya kalkık narin burnum günden güne kutleşip yumruklaşmaktadır. Kıvır kıvır dudaklı, sedef dişli ağzımı, iki yanından iki çizgi aşağıya doğru çekmektedir. Yaşmağımı, sanki bir öpücük vermek istiyormuşum gibi, ikide bir ileriye doğru itmek için kımıldatugım çenemin işvesinden hiçbir eser kalmamıştır ve fil dişinden bir sebuya [testiye] benzeyen gerdanım pörsümeğe başlamıştır. Fakat, ellerim, uzun kalem parmakIarım, toz pembe avuçlarıyla hala eski ellerimdir. Fakat, köprülü tabanı, yuvarlak topukları ve ipek gibi derisiyle ayaklarım, hala eski ayaklarımdır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
232
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9754700087
Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde, İstanbul'da batılılaşma ile geleneksel değerlerin, kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını irdeleyen bir romanıdır. Bu romanda işlenen konu bir aileyi ilgilendirse de roman zamanın genel özeliklerini anlatmaktadır. Türk toplumsal yapısını, Türk aydının bu yapı karşısındaki çıkmazını kronolojik olarak incelediği kitaplar dizisinin ilk kitabı sayılabilir. Zaman olarak II. Meşrutiyet zamanları seçilmiştir. Türklerin bugün “Batılılaşma” diye tabir edilen değişim serüveni nasıl başlamıştır? Hangi dinamikler halkı değişmeye ve öykünmeye itmiştir? Bu sorular, ileri bir araştırma konusudur ama Kiralık Konak’ta işlenen toplumsal düzenin oluşumunu sorgulayan insanlara da çok önemli ipuçları verir. Çünkü, kitapta artık kurumsallaşan ve kökleşen bu öykünmenin yarattığı kuşağın eskisiyle çatışması vardır.

Naim Efendi, mutaassıp bir adam değildi

Naim Efendi, mutaassıp bir adam değildi; harem ve selamlık usullerinden çoktan vazgeçmişti. Seniha'yı ve kızını erkekler içinde başı açık görmeye çoktan alışmıştı. Fakat, bazı yeni adetleri sadece güzel ve hoş bulmuyordu.Nitekim, yeni tarz evlenmeler de ona, fena olmaktan ziyade, çirkin ve tatsız geliyordu. Düğünden evvel birbirlerini o kadar iyi tanıyan kızla oğlan için gelin olmanın, güvey girmenin artık ne sırrı, ne heyecanı, ne cazibesi kalır? Duvağı açan el titremeden, duvağı açılan yüz kızarmadan birbirine yaklaşanların düğünlerindeki sevinç ve saadetin manası nedir? Ah, yeni yetişen nesil ne acınacak bir haldeydi? Yarınki çocuklar saygı, itaat ve görenek gibi kayıtlardan kurtulacak, fakat aynı zamanda bu kayıtların temin ettiği zevklerden, saadetlerden de mahrum kalacaktı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
448
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9786050902518
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitap
Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır.. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe... Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur. Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe... Attığımız her adım, yaptığımız her işte kendimizi yansıtırız. Budur çözülmesi gereken bilmece...

Aşırıların Ötekileştirmesi..

...Aşırı dindarları anlamıyorum. Sorsan, fikirlerinin bütün insanlık için olduğunu söylerler ama onlara azıcık ters düşmeyegör, anında seni dışlamaya hazırlar. Yine de benim gibilere nazik davranırlar. Günahkarız çünkü; bizi doğru yola getirip bu sayede Tanrı'nın gözüne girmek isterler. Hakikaten iyilik etmek değil çoğunun derdi, sadece cennete giriş için puan toplamak. Bizi bu yüzden severler; biz, yani dünyanın pislikleri-katiller, hırsızlar, orospular, ahlaksızlar. Simsiyah bir kumaşız ya, yanımızda cevher gibi parlayacaklar sanki.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
96
Baskı Tarihi
1994
Yazılış Tarihi
1970
ISBN
9753310086
Baskı Sayısı
2. Baskı
Yayın Evi
Epsilon
Mütercimi
Kader Ay Demireğen
Orijinal Adı
Jonathan Livingstone Seagull
Martı Jonathan Livingston, Amerikalı yazar Richard Bach tarafından yazılmış, bir martının hayatını ve sürüyle birlikte olan yaşamını anlatan fabl türünde hikâye. Bu kitapta Jonathan'ın hayatı,uçuş denemeleri vb. olaylar anlatılıyor. Bütün martıların amacı uçmak değil yemek bulmaktır; ama Jonathan'ın amacı uçmak ve yeni şeyler öğrenmektir. Bu nedenle martılar tarafından dışlanmıştır.

Yaşamın gerçek anlamı

"... bir gün Martı Jonathan Livingston, bu sorumsuzluğunun bedelini çok ağır olduğunu öğreneceksin. Yaşam bizim için meçhuldür. Bilebildiğimiz tek şey, bu dünyaya yemek ve olabildiğince uzun yaşamak için geldiğimiz..." Bir martının, Konsey'in önünde kendini savunma hakkı yoktur. Fakat Jonathan'ın sesi birden yükseldi. "Hangi sorumsuzluk kardeşlerim?" diye bağırdı. "Yaşamın gerçek anlamını arayan, bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi? Bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak. Artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı; öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi. Bana bir şans verin, öğrendiklerimi size göstereyim."

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
712
Baskı Tarihi
2010 Mayıs
Yazılış Tarihi
1968 Mart
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pozitif Yayınları
Editörü
Dursun Çimen

Kafaca Batı musikisine inanmış, zevkçe alaturkaya bağlı, "huu" çeken Atatürk

Genç Mustafa Kemal arkadaşları ile Beyoğlu eğlence yerlerine giderdi. İyi giyinmeyi ve yaşamayı severdi. İstanbul’a gelinceye kadar biradan başka içki kullanmamıştı. Bir gün arkadaşı Ali Fuad’la (Cebesoy) beraber Büyükada’ya gitmişler. Ne lokantada yiyip içecek, ne de otelde geceliyebilecek paraları yok. Ali Fuad bir şişe rakı, bir şişe bira, ekmek ve yemiş alıp çamlığa yürümüşler. Mustafa Kemal bir şişe birayı bitirince: - Şimdi ne yapacağım? demiş. İlk defa rakıyı o akşam denemiş. Başı bir hoş dönmüş. Güneş batmak üzere; sigara paketinin altına resimler çizmiş, sonra: - Fuad, demiş, ne iyi içki imiş bu... İnsanın şair de olası geliyor. Bu ağır ve sert içki bir daha yakasını bırakmamıştı. Çocukluğunu ve gençliğini yakından bilen Kılıçoğlu Hakkı bana yazdığı mektupta der ki: ‘’Ailece pek yakındık. Zübeyde Mollayı ikinci defa kocaya veren benim büyük kaynatam Şeyh Rıfat Efendidir. Mustafa Kemal tatillerde Selânik’te sılaya geldiği vakit büyük kaynatamın tekkesine gelir, ayin günlerinde dervişler halkasına katılarak, huuu huuu diye kan ter içinde kalıncaya kadar döner dururmuş.’’ Bunu öğrenmenin büyük faydası vardır. Mustafa Kemal yalnız Rumeli folklor türkülerini mat sesi ile güzel ve tatlı söylemekle kalmaz, klâsik alaturka musiki makamlarını da bilirdi. Kafaca Batı musikisine inanmış, zevkçe alaturkaya bağlı kalmıştı. Devrimciliği yıllarında her işte olduğu gibi zevkince değil, kafasınca giderek, millî eğitimde yalnız Batı musikisi öğretimi yaptırmıştır.

Medine ve Kudüs

Medine, dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarı idi. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur. Kudüs'te oteller yarı kilisedir, uşakları yarı papazdırlar ve hizmetçiler yarı hemşiredirler. Hepsinin cübbesi, putu ve beyaz başlığı, simokinleri, askıları ve önlükleri ile aynı dolapta durur. Kamame papazlarını takma sakal sanırdım: Bunlar biraz eğildikleri zaman, cübbelerinin arkasında tabanca kabzalarının kabartısı görülür.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

İnanç

Penbe, Rabia ile beraber mutfağın üstündeki odada yatardı. Yükten yatağını çıkarır, kızın yatağının yanma serer, köşedeki mum iskemlesinin üstüne zeytinyağ kandilini yakar, yatağa girerdi. Fakat Rabia yatmadan uyumazdı. Kızın yatsıyı kılışını seyreder, ve her akşam bu uzun zahmetli işi düşünmeden yapışına şaşardı. Kendisi ömründe namaz kılmış değildi. Bu dinsizliğinden değil, belki tembelliğinden ileri geliyordu. Hem o kadar büyük ve yükseklerdeki Allah zavallı bir Çingene'nin namazını ne yapsın! Eğer insanın Allah'tan bir dileği olursa, evliyalar ne güne duruyor? Türbelere kandiller yakmıyor mu? Pencerelerine bez parçaları bağlamıyor mu? Namaz kılmak, dua etmek Allah'tan bir şey istemek değil mi? Evliyalar dirilerin dileklerini Allah'a anlatmakla mükelleftirler. Buna mukabil diriler onlara kurban kesiyor, karanlık türbelerin ışığım temin ediyor. Penbe'nin bir isteği olunca bir taraftan da bakıcılar, büyücüler vasıtasıyla perilere, cinlere başvururdu. Onlara ne kadar horoz götürmüş, ne kadar kırmızı krepte bağlı lohusa şekerleri taşımıştı. Penbe'ye göre, cinler, periler, dirilerle daha sıkı münasebette her dakika her evin içinde, her işle alâkadardırlar. Onların gönlünü etmek biraz daha kolaydı. Çünkü göze görünmeseler de yaşıyor, dolaşıyorlar halbuki evliyalar türbelerinden hiç çıkmıyor. Garip olarak Çingene Penbe, perilere karşı biraz daha hürmetkar, onlardan daha çok çekinirdi. Her lâkırdıda yakasına tükürür. "İyi saatte olsunlar" derdi. Fakat adak adayıp da bir şey istediği bir evliya işini çabuk görmezse homurdanır dururdu. Tezveren Dede'ye son gittiğim zaman fikrini çok açık söylemişti. — Güya adın Tezveren, hani ya? Cinler, periler daha çabuk iş görüyorlar. Tevfik beni alsın diye sana ne kadar mum adadım. Herifi bir de sürgüne yollattm. Bari herifi çabuk getir. Ben Çingeneyim diye yapmıyorsan Rabia'yı düşün. Beş vakit namazında bir hafız. Penbe'ye göre, Rabia'nın tuttuğu yol bambaşka. O ne türbeye gidiyor, ne de bakıcıya. Doğrudan doğruya kendisi dua ediyor. İşte gene seccadesini yayıyor. O, Rabia'nın herekâtını hep duvardaki uzun, ince gölgesinde seyreder. İşte namazda. Uzun, siyah gölge eğiliyor, diz çöküyor, başını yere koyuyor, kalkıyor. Beyaz badana üstünde bitmeyen, tükenmeyen siyah gölge oyunu! Nihayet dua ediyor. Rabia, dizlerinin üstünde, elleri açık, yüzü yandan, bıçak gibi keskin çizgileri ile nasıl bir dilek ateşi ile yanıyor? Nasıl "İşte vazifemi yaptım, sen de istediğimi ver" der gibi uzun uzun dua ediyor. Avuçları hep açık, gökten inecek inayeti kapmak için.