Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

Hafız Kız ve Şeytan

Üç gencin gözleri çocuğun sesinin üstada yapacağı tesiri kaçırmamak için Peregrini'nin yüzüne, Fakat Peregrini'nin gözleri kız hafıza daldı, kaldı. Belki bir uzun dakika kızın vücudu donmuş gibi hareketsiz bekledi. Sonra içine gizli bir hayat suyu akıyormuş gibi evvelâ başı ve omuzları belli belirsiz, sonra bütün ince vücudu dalgalanmaya, dudaklarından yarım ve çeyrek seslerden yaratılan ağır ve garip bir ahenk akmaya başladı. Besmele ile başlarken bu hareket ve ses hafif ve pes fakat gittikçe kuvvetlendi, hummalı bir damar gibi atışı kudretlendi ve en nihayet "Sadakallâhülâzim'de yavaşladı ve birdenbire kesildi. Şimdi küçük hafız donmuş gibi, okurken vücudunu kavrayan kudret akmış, tükenmiş gibi cansız duruyordu. Üç çift göz, kendilerine pek alelâde gelen bu manzaranın Peregrini'ye tesirine biraz şaştı. Onu bir filozof, her filozof gibi dinsiz her halde dinsizliği bir softa taassubu kadar kuvvetli sanırlardı. O, şimdi başı önünde, yüzü huşû içinde, günahlarına tövbe eden bir rahibe benzemişti. Başını kaldırdığı vakit, tavrındaki acele ve mübalâğadan eser yoktu. Müteheyyiç bir sesle çocuğa: — Okuduğunun manasını bana söyler misin? dedi. Rabia omuzlarını silkti. Henüz bunu anlayacak kadar Arabî derslerinde ileri gitmemişti. Hilmi gene koştu. Paşa'nın kütüphanesinden, yaprakları sararmış bir tefsir kitabı getirdi. Rabia'nın okumuş olduğu âyetlerin Türkçe'sini söylerken, piyanist onları, cebinden defterini çıkarmış kaydediyordu: — "Rab, meleklere: "biz dünyaya hâkim olacak birini (Adem) göndereceğiz", dediği zajnan onlar: "biz senin kudsiyetini ilâ, sana hamdüsena ile meşgulken, sen oraya fitne ika edecek kan dökecek bir kimse mi gönderiyorsun", dediler. Piyanist defterini cebine koydu. ../.. Hilmi ve arkadaşları sustular. Onu, yeni ve bambaşka bir cephesinden görüyorlardı. Onun felsefî ve tarihî malûmatından Şark ilimlerindeki vukufundan ziyade Garp'ta fikir cereyanlarını dikkatle takip edişi, genç talebesinin zihninde kuvvetli tesirler yapmıştı. Fakat en ziyade onu dinsizliği için, yani kilisesini, tarikatini terkettiği için severler. Türk diyarında her değişikliğe, her ileri atılışa dindarları mâni gördükleri için kendilerini dinden âzâde farzediyorlardı.Bundan dolayı sabık rahip Peregrini ile aralarında bir fikir dostluğu, kanaat birliği olduğuna inanmışlardı. Rabia'mn Kuran okumasıyla, sanatkârın gösterdiği hassasiyet onları biraz şaşırttı. Hilmi sordu: — Bu sesi terbiye etmek istemez misiniz, cher maitre? Rabia'nın gözleri isyanla tutuştu, fakat Peregrini kızı teskin eden bir samimiyetle dedi ki: — Hayır, Sezar'ın malını Sezar'a, Allah'a ait olanı Allah'a vermek gerek... Ben Sezar'ın, ben Şeytan'in zümresindenim. Çocuk Allah'ın, bırakın olduğu yerde kalsın.

Neden Altını Çizdim?
Bir asır geçmiş... Herşey ne kadar tanıdık!

Yüz yıl öncenin ergenekonu: Katiller ordusu

Bir disiplin kadrosu içinde anonim kalmak Türk gençlerinin hoşuna gitmez. Meşrutiyet gençliği gibi Cumhuriyet gençliğinin de başlıca eksiği budur. Her gün aramızdan iltimaslıların ayrıldığını görüyorduk. Sivil vazifeler daha cazibeli idi. İltimas, hepimizin şevkini kırdı. Akşamları mektepten çıktıkça bizi herkeslikten kurtarabilecek bir yardım arıyorduk. Ben de Harbiye Nezareti'nde birçok kişi tanırdım. Fakat harpten sonra orası bir neferin, eşiğinden adım bile atamayacağı korkunç bir üniformalar sarayı olmuştu. Birisi bana Merkezi Umumi'nin sivil çeteler yaptığını, bu çeteye bildiklerimizin kumanda ettiğini, gidip Dr. Nâzım'ı görmekliğimi söyledi. Sivil-askerliği tercih ediyordum. Hafta arası talimden sonra Merkezi Umumiye gittim. Doktor Nâzım bekleme odasına geldi; isteğimi kendisine anlattım. Yüzüme baktı, güldü: - Biz çetelere hapishaneden adam alıyoruz, dedi. Senin gibi genç arkadaşların yeri orası değildir. Bu katiller ordusundan bir şey anlamadım. Kafamdaki harp şiiri söndü. Tersyüzü gene harbiye mektebine döndüm.

Neden Altını Çizdim?
Bir asır geçmiş... Herşey ne kadar tanıdık!

Yüz yıl öncenin ergenekonu: Katiller ordusu

Bir disiplin kadrosu içinde anonim kalmak Türk gençlerinin hoşuna gitmez. Meşrutiyet gençliği gibi Cumhuriyet gençliğinin de başlıca eksiği budur. Her gün aramızdan iltimaslıların ayrıldığını görüyorduk. Sivil vazifeler daha cazibeli idi. İltimas, hepimizin şevkini kırdı. Akşamları mektepten çıktıkça bizi herkeslikten kurtarabilecek bir yardım arıyorduk. Ben de Harbiye Nezareti'nde birçok kişi tanırdım. Fakat harpten sonra orası bir neferin, eşiğinden adım bile atamayacağı korkunç bir üniformalar sarayı olmuştu. Birisi bana Merkezi Umumi'nin sivil çeteler yaptığını, bu çeteye bildiklerimizin kumanda ettiğini, gidip Dr. Nâzım'ı görmekliğimi söyledi. Sivil-askerliği tercih ediyordum. Hafta arası talimden sonra Merkezi Umumiye gittim. Doktor Nâzım bekleme odasına geldi; isteğimi kendisine anlattım. Yüzüme baktı, güldü: - Biz çetelere hapishaneden adam alıyoruz, dedi. Senin gibi genç arkadaşların yeri orası değildir. Bu katiller ordusundan bir şey anlamadım. Kafamdaki harp şiiri söndü. Tersyüzü gene harbiye mektebine döndüm.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Yerde yürüyen bir yıldızla karşılaşmak

...neden mi? bir defa herşeyden önce, umutsuzluğa hakkımız yok. diğer yandan sözünde duran tüccarlara, vefayı hala bir dağ bilip dostluklarını muhafaza edenlere, tek tük de olsa rastlamak mümkün. tevhidi, dilinden tüm azalarına ulaştırıp hayata, o gökkuşağı renginden bakan insanları bulduğumda, içime ışık doluyor. yüreğini, sadece bir aza olmadığını hissedip, niteliklerini doğru güzergahta kullanan insanlarla karşılaşınca, yerde yürüyen bir yıldızla yüzyüze gelmiş gibi oluyorum.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Peki şimdi ne yapayım?

Akıp gelen nehirden bir damla su alıp nehri yok saymak, buharlaşmayı getiyor nihayetinde. zindanlarla savaşırken, kendimize zindanlar ördük. tarih zindanı dedik, ulus zindanı dedik... ve bunlar doğruydu büyük ölçüde. fakat, herşeyi bir karşı olma üzerine bina etmek, belli bir süreye kadar cazip olabiliyor. bu sorgulanış doğruydu, yapılmalıydı. yapıldı da; tebliğimizi ulaştırdığımız insanlar ''doğru söylüyorsun, peki şimdi ne yapayım?'' dediğinde, yandı sırça sarayımız... sustuk... sadece sustuk, veya, arıyoruz dedik. muhatab da 'bulunca gel!' dedi, haklı olarak...

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
391
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
978-975-437-057-7
Baskı Sayısı
16. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaydettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamıyacaktır.

Tekiz

...Çünkü hem tekiz, hem de başka insanlarla beraberiz. Tek kalmak isterken başkasına doğru kendimizi atmak da istiyoruz. Tekliğimizle topluluğumuz arasındaki bu çatışmada, menfaatli veya menfaatsiz gizliliklerimiz benimizi sevgilide yutulmaktan kurtaran bir müdafaadır. Kendimizi sırlarımızın kalesi içinde koruyor, fakat orada yalnızlıktan bunalınca yine öteki ruhun kuyusu içine atıyoruz.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
391
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
978-975-437-057-7
Baskı Sayısı
16. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaydettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamıyacaktır.

Simeranyada okul

Simeranyada her seviyeye göre okuma salonları, laboratuvarlar, atelyeler, müzik, tiyatro, sinema ve spor evleri vardır. Her yaşta insanlar bunlara devam ederler. Her merak ettikleri mevzuu kendileri etüd eder ve öğrenirler. Çocuklar ve gençler için, araştırma metodlarını gösteren kılavuz öğretmenler vardır. Bunların vazifeleri öğretmek değil, öğrenmenin yolunu öğretmektir. Çünkü Simeranya pedagojisi, insanın bütün hayatında öğrendiği şeyleri ancak kendi istediği zaman ve kendi araştırmaları neticesinde öğrendiğini bilir. Eski dünyada, yani Simeranyaya göre bugünkü dünyamızdaki okullarda çocuklara ve gençlere öğretilen şeylerin, muayyen istidat ve ihtiyaçları karşılamadıkça, hayatta hiç bir işe yaramadığı anlaşılmış ve klasik mektepten eser kalmamıştır: Sınıf, kürsü, ders programı, nutuk söyler gibi ders veren öğretmen ve profesör yoktur. Diploma yoktur.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez

Gündoğusunu bırakıp günbatıya bakmak

- Suyun akarını görmemekteyim Osman Bey oğlum! Gündoğusunu bırakıp günbatıya bakmakla nesne hasıl olabilir mi? -Olur şeyhim! İstanbul'un Bizans'ı, Frenk'in karanlık dünyasından kopup geldi. Ama, oranın kölelik düzenini burada tutturamadı. Tutturamayınca da "Toprak Allah'ın, İmparator kâhya, köylü kiracı" demek zorunda kaldı, imparator'un hür köylüleri, Latin İstanbul'u basıp alınca Frenk düzeninin nasıl bir bela olduğunu görüp anlamıştır. Bu düzen köylüyü köle etmeye dayanır. Kim ister köle olmayı? Demek zorlayacaksın aralıksız! Zorlarken zorlarken n'olur adam? İnsanlıktan çıkar! İşte bu sebepten Frenk adamı, say ki, kuduz canavardır. Kahpedir, kıyıcıdır, Allah'ı maldır, dini imam soymaktır. Irzı, namusu, utanması, acıması, sözü, yemini hiç yoktur. Bunalırsa insan eti yer, Bizans köylüsü kabul etmez bu rezilliği... Uçlara yerleştirilmiş Hıristiyan Türklerse hiç yanaşmazlar köleliğe... "Suyun akarı" dediğim, işte budur. Bu yöneliş çok adam istemez! Kalabalıkları biriktirip köylünün başına musallat etmek zorunda değilsin. Bu zamana kadar hiç görmediği, bilmediği bir düzeni götürüp Bizans köylüsünü şaşırtıp ürkütmek de yok! Köleliğe karşı, Frenk soygununa, zulmüne, ırk düşmanlığına karşı biz hoşgörü, dayanışma, can, ırz, mal güvenliği sağlayacağız. Alın teriyle çalışanlar bizden yana olacak ister istemez... Bizim, suyumuzun akarı budur, şeyhim, şimdilik de günbatıyadır. Frenk düzeninin gerçek sınırına dayanıncaya kadar, günbatı bizimdir! Bir an soluklandı, gözleri umutla, güvenle parlıyordu. Eğer bu yolu tutmazsak, fırsatı kaçırırsak, Bitinya ucu da, her yerdeki yüzlerce uçlardan biri gibi, iz bırakmadan batar gider! Şeyh Edebâli, bir şey söyleyecekmiş gibi yekindiyse de, yutkunarak geri durdu. Osman Bey bir zaman saygıyla bekledi. Yaşlı adamı daha çok bunaltınayı uygun görmemişti. Şeyh bir şey demeyince, sanki çok yararlı öğütler almış da teşekkür ediyormuş gibi sesini yumuşattı: -Evet şeyhim, ferah olun! Ben bu işin her yönünü ölçüp biçtim, nerden girip nerden çıkacağımı hesaba vurdum. Dayanağım sizlersiniz! Babamın savaş yoldaşları... Uğraşta yenici, barışta düzen tutucular... Çoktandır şeyhim, şunları hiç aklımdan çıkaramamaktayım: Batıya yöneleceğiz! Talan etmeyeceğiz! Din yaymaya çabalamayacağız. Tersine herkesin inancına saygı göstereceğiz! insanlar arasında, din, soy, varlık bakımından hiçbir üstünlük tanımayacağız! Günbatının 'Karanlık Dünyası,' karanlığını yüzyıllardan beri, sınırımıza sürmekte, bizi boğmaya çabalamaktadır. Yolunu kesene kuduz it gibi saldıracaktır. Bu sebeple yükleneceğimiz iş ağırdır. Gireceğimiz geçit derindir. Bu kancık karanlığa karşı diri durmak gerektir. Savaşta düşmandan habersizlik körlüktür. Aldığın haberleri, ulaştır hiç gecikmeden... Ahilerin bizi arkalasın! "Gerekirse para veririz" dedin! Sağ ol! Gelir isterim, aldığımı öderim! Yüreğimizdekini söyledik! Doğruda bizi arkala! Yanılırsak yakamıza yapış!..

Neden Altını Çizdim?
Falih Rıfkı Atay'ın şark ve ahlakı üzerine mütalaalarının bir kıymet-i harbiyesi var mı? Belki ne düşündüğünü, nasıl bir adam olduğunu anlamak için olabilir. Talat Paşa hakkındaki notları zamanın bürokrasisini tasvir açısından ilgi çekici...

Talât Paşa

Talat Bey'in hayat ve şahsiyetine dair tahlillerde bulunacağımı sananlar, aldanacaklar. Çünkü parti liderinin ne parti, ne de devlet içindeki hususi faaliyetlerini takip edebilmekliğime imkân vardı. Fakat kendisinin imlasını bizim düzeltebileceğimiz kadar Türkçemiz, işte aldatıcı, politikada süratle etraf yapabilir, Şark ahlakınca faziletinde şüphe edilmez bir şef olduğunu öğrenmiştim. Sözün "ahlak" kelimesinin başındaki şarka dikkat ediniz: Bu ahlak doğruluğu ve fazileti gayet dar bir ölçüde benimser. Hususi ve şahsi ayıplar ve menfaate ait yolsuzluklar için müsamahasızdır. Ancak ne yalanı, ne de zulmü ahlaksızlık sayar. Talat Bey, Meşrutiyet'in birçok adamı gibi bir Şarklı, üstünde Tanzimat cilası bile olmayan bir Şarklı idi. Fikre benzer bir sözü hatırımda kalmıştır? Romanya'yı gezip dolaştıktan sonra, dönüşte, bir Ermeni gazetesine hasbihal kılıklı demişti ki: - Biz devlet sosyalizmi yapmalıyız! Bir gün yine kalemden çağırtmıştı. Yanında bir müracaatçı vardı: - İzmit mutasarrıfına bir mektup yazınız, Beyefendinin işini mutlaka yapmasını tavsiye ediniz, demişti. Yazıp götürdüm, imzaladı, adamcağız mektubu aldı ve teşekkürler ederek gitti. Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler. Gittim: - İzmit mutasarrıfına bir şifre yaz. Gönderdiğim mektubun bir ehemmiyeti yoktur, diye bildir, dedi.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
456
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
6. Baskı
Yayın Evi
e yayınları
Mütercimi
Belkıs Çorakçı
Orijinal Adı
Shibumi

Zaman

Hiçbir zaman canı sıkılmamıştı. Fizik kurallarına ters gibi görünen bir ilke vardı çünkü: Zaman ancak içi boş olduğu zaman ağırdı.