Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
219
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1996
ISBN
975-355-187-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazdığı tüm eserlerde "Müslümanca düşünme" kaygısını öne çıkaran Rasim Özdenören'in 1996 baskılı bu eseri, 28 Şubat döneminin baskıları altında dahi gayet mutedil şekilde kaleme alınmış ve "yeni dünya düzeni" persektifinden Müslüman'a İslam'a teslim olmayı öğreten bir eser.
Liberalizmin gelişimi
Devletlerarası ilişkilerde tarafların çıkarları veya gerçeğe daha yakın bir ifadeyle güçlü tarafın çıkarları ağırlığını hissettirirken, bizatihi devletlerin örgütlenme biçimi de önem kazanmaktadır. 1789 Fransız İhtilali'nden sonra devletin din aleyhine örgütlenmesi de sağlanmışıtr. ... Rönesans ve Reform hareketleri Kilise'nin baskıcı tavrına cevap olarak ortaya çımıştır demek yanlış olmayacaktır. 15. yüzyıldan itibaren ortaya atılan "dünya görüşleri" daima Kilise aleyhine gelişmiştir. Papalığın tek bir otorite olmaktan çıkarılması zımnında millî kiliselerin kurulması da aynı temâyülün din alanındaki izdüşümü olarak görülebilir.
20. yüzyıla gelindiğinde Batı Avrupa devletleri, dinden bağımsız örgütlenmelerini tamamlamışlardı. Sosyalist örgütlenmeyi tercih edenlerse dini sosyl ve siyasal yaşamdan bütünüyle tardettiler.
Türkiye Cumhuriyeti, yeni örgütlenmesinde Batı Avrupa'yı örnek aldı. Ancak onlardan farklı olarak örgütlenmesini bir yandan dine karşı olarak gerçekleştirirken, bir yandan da dini denetim altında tutacak idari yapı tamamlandı. 1924 Anayasası'ndan "Devletin dini İslam'dır" hükmü çıkartılırken, aynı Anayasa'ya 1937 yılında laiklikle ilgili hüküm konulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı ise zaten Başbakanlığa bağlı olarak çalışan bir kuruluş halinde duruyordu.
... 18. yüzyılda Kİlise baskısına karşı (ona cevap olarak) devletin örgütlenmesi biçiminde ortaya çıkan liberalizm o gün için "ilericilik" sayılıyordu. Ama bu örgütlenme biçimi burjuvazinin egemenliğine dönüşünce, sosyalizm tarafından "gericilik" denildi. Şimdi liberalizm, sosyalist ülkelerde intikamını alıyor. Bu ülkelerde sosyalistlik "gericilik" sayılırken liberalizm taraftarları kendilerini ileri sayıyor.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
219
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1996
ISBN
975-355-187-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazdığı tüm eserlerde "Müslümanca düşünme" kaygısını öne çıkaran Rasim Özdenören'in 1996 baskılı bu eseri, 28 Şubat döneminin baskıları altında dahi gayet mutedil şekilde kaleme alınmış ve "yeni dünya düzeni" persektifinden Müslüman'a İslam'a teslim olmayı öğreten bir eser.
Yeni dünya düzeni ve Türkiye
İmdi, yukarıdaki sorumuzu tekrarlayalım.ç ABD, kendi cazibesinde kapitalist yörüngeye oturmuş ülkelerle birlikte bir kutup teşkil ediyorsa, bunun karşı kutbunda kimler yer alıyor? Hiç kuşkusuz buna bir tek kelimeyle cevap vermek mümkündür: İslam alemi. Ama pratikte İslam aleminin neresi olduğu veya bu alemi kimin (ya da kimlerin) temsil ettiği sorusu ortaya atılırsa, çoğumuzun buna cevap bulmakta güçlük çekeceğini düşünüyorum. Bugün, İslam alime denilen yerlerde temsilci(ler)ini bulamamış, siyasal bütünlükten uzak "Müslüman kalabalıklar" yaşamaktadır.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
219
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1996
ISBN
975-355-187-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazdığı tüm eserlerde "Müslümanca düşünme" kaygısını öne çıkaran Rasim Özdenören'in 1996 baskılı bu eseri, 28 Şubat döneminin baskıları altında dahi gayet mutedil şekilde kaleme alınmış ve "yeni dünya düzeni" persektifinden Müslüman'a İslam'a teslim olmayı öğreten bir eser.
Neden Altını Çizdim?
Batı dünyası hiç çift kutuplu oldu mu sorusu, yabana atılır bir soru değil. Kapitalizmin insanın zaaflarını çok iyi bilen ve verdiği haz ile onu esir alan tabiatı, komunist ülkelerdeki insanlar tarafından da çok erken farkedildi ve ticari ilişkiler hep olageldi. Suretâ görünen çatışmalar, her iki düzenin de bekâsı için gerekli olsa da, kazanan hep sermaye oldu.
Sosyalist blok ne zaman çöktü?
Demek istediğimiz şu: Sosyalist blokun 1990 yılında çökmüş olması, birdenbire ve olaya tekaddüm eden son birkaç yıl içinde vuku bulmuş bir olay olarak izah edilemez. Detant denilen Doğu ile Batı arasındaki yumuşama politikasının kökeni 1960'lardan beri süregelmiştir. ABD ile SSCB arasında zaman zaman göürnüşte iplerin kopma noktasına geldiği anlarda bile her iki taraf liderlerinin her şeye rağmen "detant'ın zedenelnmeyeceğini" vurgulamaları daima ilgi çekmiştir. Çünkü detant politik yumuşamanın değil, iktisadi ve ticari yumuşamanın ve daha doğrudan bir deyimle menfaatin adı idi. ABD ve Batı Avrupa meşeli uluslararası şirketlerin Sovyetler Birliği'ne ve mteki sosyalist ülkelere yaptıkları iktisadi yatırımların adı, nazik bir diplomatik adlandırmayla anılmakta ve ona "detant" denilmekteydi.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
219
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1996
ISBN
975-355-187-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazdığı tüm eserlerde "Müslümanca düşünme" kaygısını öne çıkaran Rasim Özdenören'in 1996 baskılı bu eseri, 28 Şubat döneminin baskıları altında dahi gayet mutedil şekilde kaleme alınmış ve "yeni dünya düzeni" persektifinden Müslüman'a İslam'a teslim olmayı öğreten bir eser.
Neden Altını Çizdim?
Demokrasiyi önce evrensel bir değer olarak sunmak, sonra da "İslam'ın demokrasiyi reddecek kapalılıkta bir din olmadığı, dolayısıyla demokrasi ile uzlaştığı" tezi, müslümanları İslam düşüncesinden uzaklaştırıp, seküler ve profan bir sistemi onaylamaları için ileri sürülen bir oyundur.
İslam'ın dönüştürülemez oluşu
Fakat buna rağmen, İslam'ın demokratik bir düzen öngördüğünü söyleyemiyoruz. Yani İslam'la demokrasinin temas halinde olduğu ileri sürülememektedir. Neden?
Soruyu şöyle de ortaya koyabiliriz: İslam, demokrasi ile aynı şey ise, demokrasi de İslam'la aynı şey olması mantık icabıdır. Şimdi bu durumda ben demokrasiye İslam adını versem, kabul edilebilir bir yaklaşım içine girmiş olur muyum?
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
219
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1996
ISBN
975-355-187-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazdığı tüm eserlerde "Müslümanca düşünme" kaygısını öne çıkaran Rasim Özdenören'in 1996 baskılı bu eseri, 28 Şubat döneminin baskıları altında dahi gayet mutedil şekilde kaleme alınmış ve "yeni dünya düzeni" persektifinden Müslüman'a İslam'a teslim olmayı öğreten bir eser.
Demokrasi kime hakkını verir?
Demokratik Batı ülkelerinde Müslümanlara Türkiye'de olduğundan daha çok ve teminat altında bulunan haklar "bahşediliyorsa", bu, o ülkelerdeki siyasi iktidarın bu husustaki iradeyi ve tasarruf gücünü kendi elinde tuttuğunun emniyeti içinde oluşuyla izah edilebilir.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Bir Facianın Hikayesi Cemil Meriç`in artık basılmayacak bir eseridir. Kitabın basılan
ve basılacak olan diger kitaplara dercedildigi, edilecegi söylenmektedir. Meriç`in mirasının
eksiksiz ve aslına uygun olarak okuruna ulastırılabilmesi için internetin sundugu imkanları
kullanmak zaruri hale gelmistir. Kitabı bilgisayara aktardıktan sonra orjinalinde bulunan imla,
gramer ve tüm baskı, dizgi hataları editörümüz tarafından kitabın aslıyla karsılastırılarak
yeniden tashih edilmis, düzeltilmistir. Editörümüzün hassasiyeti ve titizligi kitabın
yayımlanma sürecini geciktirmistir.
Neden Altını Çizdim?
Böyle vurucu cümlelere, böyle müessir sözlere kolay rastlanmaz...
Manzara-i Umumiye
Zavallı şair... Bülbül hamûş, havz tehî, gülsitan harab diye inliyordu. Ne bülbül kaldı, ne havz.
Toplum zıvanadan çıkmış. Cinayet cinayeti kovalıyor. Akıl susmuş ve mefhumlar cehennem! Bir raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanları. İdeolojiler yol gösteren birer harita değil, idrâke giydirilen deli gömlekleri. Aydın dilini yutmuş; namlular konuşuyor. Bir kıyametin arifesinde miyiz acaba? Dünyayı Şeytan mı yönetiyor? Düzeni büyücüler mi bozdu? Bu kördüğümü çözecek İskender nerede?
Tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti karşısındayız. Sosyal bir kuduz veya kanser. Bu sinsi, bu kancık, bu sürekli boğazlaşmaya anarşi demek hata. Anarşi saman alevi gibi yanıp söner. Her ülkede, her çağda, her düzende belirebilir: fitne, fesat, kargaşa. Anarşizm desek düpedüz münasebetsizlik. Anarşizm, bir dünya görüşüdür. Tutarlı bir felsefesi, gözüpek havarileri, ölümle alay eden kahramanları vardır. Anarşizm, hürriyet aşkıdır; insanın asaletine ve yüceliğine inanıştır; tek kusuru hiçbir zaman gerçekleşmemiş ve gerçekleşemeyecek olması. Anarşizm Avrupa’nın rezil ve yalancı medeniyetini yokedip bahtiyar bir çağın yaratıcısı olmak hülyâsıdır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
227
Baskı Tarihi
Mayıs 2010
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin ilk safhasını noktalayan Serbest Fırka denemesi... 1929 büyük ekonomik buhranı ve buna eşlik eden ağır kuraklık tehlikesi. Şeyh Sait ve ilk Dersim isyanları bastırılmış, Takrir-i Sükûn yasaları ile her tür muhalefet ezilmiş, dağıtılmış, “Atatürk devrimleri” yürürlüğe girmiştir. Yağmur Beklerken’de Tarık Buğra Serbest Fırka denemesi/girişimi ekseninde bütün bu gelişmelerin Anadolu taşrasındaki sonuç ve yansımalarını konu edinirken aslında on yıllık Cumhuriyet’in bir bilançosunu da yapmaktadır. 1946-50’de DP’yi zafere taşıyacak hareketin ipuçları, bu hareketin odağında yer alan sağ/muhafazakâr zihniyetin devlet, demokrasi, parti... kavramlarının sosyo-politiği, psikolojisi, Yağmur Beklerken’in o alabildiğine gerçekçi, canlı taşra tipleri ve diyalogları içerisine gayet ustaca serpiştirilmiştir. Bu haliyle bu kitap, sadece Serbest Fırka’nın kapatılması öncesi Türkiye taşrasının değil, darbeler öncesi Türkiye’nin sağ/muhafazakâr gözden görünümü olarak da okunabilir.
Ya Serbestçilerin ezilmesinde bizimle birlikte olursun, ya da bize karşı
Kavgalardan, çatışmalardan beteri, bir taraf komünist, öte taraf din düşmanı; bir taraf satılmış, öte taraf insan beyni ve kalbi ile beslenen canavar! Böylece, iki taraf için de tek kurtuluş yolu karşı tarafın ezilmesi., yok edilmesi!
Ya biz, ya onlar!
"Kuklacı ipleri kaçırdı mı, ne?" diye düşünmeye başlamıştı Rahmi. Demek Başkent'i bütünleştiren sadece Gazi değilmiş; hesabı çıkarlar ve aklının ermediği başka ilişkiler de düzenlermiş; çünkü, Türkiye bir de baktı, Yunus Nadi, gazetesinde, Gazi'ye resmen meydan okuyor!
Bunun da anlamı pek açıktı ve; "Ya Serbestçilerin ezilmesinde bizimle birlikte olursun, ya da bize karşı," demekten başka bir şey değildi. Yani, seçim, meçim; iktidarın el değiştirmesi lâftı; bir taraf -mutlaka- ezilecekti, ezilmeliydi. Ve, bu da, belki, millî irâdenin bir garip tecellisi., millî irâdeye bir acayip uyuş idi.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1999
Yazılış Tarihi
1999
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Kemal Tahir: Bir Aykırı Birey
Genelde, normalleştirmeye, yani sıradanlaştırmaya karşı çıkan özerk özneler olduğunu düşünmek insana bir nebze olsun teselli veriyor. Henüz, hepimiz sürüleştirilmedik, çok şükür. ‘Sürüden ayrılanı kurtların kaptığına inandırılmış, böylece toplumu değil ama ‘sürü’yü idealleştirmiş olan bir toplulukta, ‘normalleştirme’ye karşı çıkan aykırı (özerk) bireylerin oluşması çok zordur. Ama bakın, gene de çıkıyor işte!..
Örnek mi? Kemal Tahir…
Kemal Tahir, kendilerini Batılı gibi göstermeye çabalayan bir sürü şark kurnazının, ‘şark kurnazı’ diye karalamaya çalıştığı gerçek bir Batılı kaldı. Ve bence kurusıkı cücelerin hâkim olduğu bu ülkede, bedenin boyutlarıyla değil, ama ruhunun boyutlarıyla biraz fazla Batılı kaldı.
Kemal Tahir ifratla tefrit arasında, sadece bu iki had’de yaşamaya yazgılıymış gibi görünen Türk entellijansiyasına , ifrattayken tefriti, tefritteyken ifratı değil; ama bu iki had dahil, hangi konumda olursa olsun her ikisini de sorgulamayı belletmeye çalıştı. Aklın yolunun bir olduğuna inanmış bir entellijansiyaya aklın yolunun bir değil, birçok olduğunu anlatmaya çabaladı. Ve bence aklın yolunun bir olduğunda direten bu entellijansiya için biraz fazla safdil kaldı.
Kemal Tahir, tarihsizleştirmeye karşı Tarih’i savunduğu için resmî tarihçileri, tarihleştirmeye karşı ‘karşı Tarih’i savunduğu için de gayri resmi tarihçileri ürktü. Resmi tarihçileri ürküttüğü için biraz fazla Osmanlı, gayri resmi tarihçileri ürküttüğü için de biraz fazla anti-marksist olmakla suçlandı.
Kemal Tahir, özerk zihinli bir bireydi…
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
227
Baskı Tarihi
Mayıs 2010
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin ilk safhasını noktalayan Serbest Fırka denemesi... 1929 büyük ekonomik buhranı ve buna eşlik eden ağır kuraklık tehlikesi. Şeyh Sait ve ilk Dersim isyanları bastırılmış, Takrir-i Sükûn yasaları ile her tür muhalefet ezilmiş, dağıtılmış, “Atatürk devrimleri” yürürlüğe girmiştir. Yağmur Beklerken’de Tarık Buğra Serbest Fırka denemesi/girişimi ekseninde bütün bu gelişmelerin Anadolu taşrasındaki sonuç ve yansımalarını konu edinirken aslında on yıllık Cumhuriyet’in bir bilançosunu da yapmaktadır. 1946-50’de DP’yi zafere taşıyacak hareketin ipuçları, bu hareketin odağında yer alan sağ/muhafazakâr zihniyetin devlet, demokrasi, parti... kavramlarının sosyo-politiği, psikolojisi, Yağmur Beklerken’in o alabildiğine gerçekçi, canlı taşra tipleri ve diyalogları içerisine gayet ustaca serpiştirilmiştir. Bu haliyle bu kitap, sadece Serbest Fırka’nın kapatılması öncesi Türkiye taşrasının değil, darbeler öncesi Türkiye’nin sağ/muhafazakâr gözden görünümü olarak da okunabilir.
1930 yılında Türk basını
Ve gazeteler -Meşrutiyet döneminden kalma çirkin gelenek hortlamış- habere ihanetleri ve fıkra, makale üslûbları ile, çamur atmaktan, sövmekten, böylece de kendilerini seçen okuyucuları birer savaşçı yapmaktan başka bir şeyi umursamaz görünüyorlardı. İki yanda da, kaleminden kan damlayan yazarlar vardı. Ve Rahmi, hiç de az olmayan rastlantılarla, onları okuyan veya dinleyenlerin şehveti andıran bir haz duyduklarını görmüştü:
İlk günlerde amcasını düşünür ve, " insan dediğine bir de düşman lâzım" derdi. Sonra sonra; "İnsan'a asıl lâzım olan düşman" demeye başladı. Artık eski Roma arenalarını ve ölüm kalım savaşçılarının., ya öldürmeye, ya da öldürülmeye mahkûm savaşçıların seyircilerini., bu seyirden aldıkları zevki hatırlar olmuştu.
Arada bir fark vardı: Türkiye'deki seyirciler çoktu, bütün milletti ve çoğunda da arenaya atlamak, savaşmak ve alkış toplamak hevesi vardı. Ve gazeteler, özellikle de gazete yazarları onları nasıl bıçak kullanacaklarını, bıçağı nereye ve nasıl vuracaklarını öğretiyordu: Fırkalardan, makalelerden kapılan cümleler bunlardı.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
1888 yılında Beylerbeyinde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnudan İstanbula göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşının son yılı İstanbula dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolejde Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Halebe yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatayın Türkiyeye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbulda ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatının temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Mesele yüzde yüz bu şekilde izah edilemez belki ama yine de bu önemli bir tespit...
Aşk meyli ile din meyli birbirinin yakın akrabasıdır
Aşk meyli ile din meyli birbirinin yakın akrabasıdır. Aşkta umduğunu bulamayan, yahut bahtsızlığa uğrayan yahut da hırsını yenemeyen insan, bilhassa kadın teselliyi, tavizi, tatmini ekseriya dinde arar; şiir ve esrar tarafı kuvvetli olan mistisizmi tercih eder. Hepsinin esası şehvettir. İptidai kavimlerde dinin bir zulüm şeklini alması, ayinlerde kan dökülmesi de bu sebeptendir; iki meylin birbirine karışmasındandır.