Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Evinizde Türkçe bir şey kalmamıştı!
Eşyalarınıza alışamadım, yadırgadım onları. Salon-salamanjeyi, deniz gibi büyük ve kauçuk köpüklü yatağı olan karyolayı, aynı takımın yaldızlı gardrobunu ve gene aynı takımın şifonyerini ve gene aynı takımın tuvaletini sevemedim. Evinizde Türkçe bir şey kalmamıştı. Bana anlayış gösterecek yerde büfeyi gösterdin.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Pazar Ayini
Küçük burjuvanın Pazar ayini esas itibariyle üç kısma ayrılır, oğlum Selim: “Pazar Gazetesi”-günlük olaylar, makaleler ve bilmece olmak üzere üç bölümdür- “Büyük Kahvaltı” ve “Akşam Üstü Kime Gidelim” sıkıntısı. Bu sınıf yasası, her Pazar, büyük bir özenle yerine getirilir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Düşünceli Görünüyorsunuz
Düşünceli görünüyorsunuz Turgut. Ne korkunç bir iftira. Beni mi düşünceli görüyorsunuz? Hiç adetim değildir: düşünmem. Hayır, düşünceli görünüyorsunuz. Muhakkak bir sıkıntınız var. Demek yakalanmak için bir tuzak bu. Düşünceli görünüyorsun. Bu sözden sakınmalı. Düşüncesiz de olma. O zaman da ne kadar düşüncesiz adam derler. Düşünün, düşünün ama durup dururken düşünmeyin. İşinizde çalışırken düşünün. Ev satın alırken düşünün. Çocuklarınızın geleceğini düşünün. Yalnız , akşam evde otururken, durup dururken düşünmeyin.
Tutunamayanlar-Oğuz Atay-syf-509
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Hayat Hakkında
En kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa kalınmaz. Onlar biraz israr ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söyleneni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olamk yok mu; bitirdi, yıktı beni.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Deniz ve Sükûn
— Bu dalgaları martta görmeli, Rabia. Kudurmuş gibi kafalarını kayalarda parçalarlar. Öyle yaman bir saldırışları, ahenkleri vardır.
— Bir gün sakin, telâşsız bir şeyden hoşlandığını işitmedim, Osman.
— Sükûn? Sükûnun denizde ne işi var? Düşün, kim bilir üstünde kaç milyon adam ölmüştür! Kim bilir şimdi üstünde kaç milyon avare cesetsiz ruh dolaşıyor...
Osman'ın elleriyle havayı göstererek, sırf şairane bir lâf diye söylediği bu sözler, Rabia'nın muhayyilesini harekete getirdi.
— Buraya geleli perşembe, pazartesi ölülere Yasin okumayı bile unutuyorum.
— Ölülerle senin ne alış verişin var, Rabia. Sen diriler için okuyorsun... Sen...
— Her sabah namazından sonra inşallah denizde ölenler için ayrı bir Yasin okuyacağım.
— Rabia, Rabia, bu eski, bu ölü şeylere gene dalma... Fakat Rabia onu artık işitmiyordu. Hafızasında solan
eski sevgililer, eski şeyler dirilmiş, ona sitem ediyorlardı. Etrafını sevmek, etrafını düşünmek, bu Dede'nin bilerek, Tevfik'in bilmeyerek ona öğrettiği biricik hakikat... Biricik, insana sükûn veren, haz veren şey. Halbuki o, tam bir aydır hep kendisiyle, kendi saadetleriyle meşguldü. Bu sabah o saadet, Rabia'ya biraz bayat, biraz tatsız geldi.
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.
Kelimesiz düşünce olmaz. Ama duygu olur.
- "Melal?" dedi, belli belirsiz bir iç çekişle de buruk buruk gülümsedi: "Gel de anlat bu kelimeyi, bu veya benzer şiirlerden öğrenmeyenlere! Osmanlıca-Türkçe sözlüğüne bakacak olanlara! Anlatamazsın ki.. ancak kendisiyle var olan.. açıklamaları usta yazarların metinlerinde bulunan kavramlardan biridir o. Ama, biliyor musunuz, melali -sözlük anlamını bilmeseler de- yaşayan insanlar her çağda olacaktır. Primitif dedikleri şeyin anlamı bu olsa gerek. Kelimesiz düşünce olmaz. Ama duygu olur. İlkel insan.. geri insan bu işte; duygularını dile getiremeyen.. dile getirilişini de anlayamayan!
Neden Altını Çizdim?
Müthiş bir tasvir gücü...
Çöl ve Bedeviler
Bedeviler uzamış mideli çocukları, çeneleri ve yanak etlerini yırtıp süsleyen kadınları, hasta kemikli, iskelet alınlı erkekleriyle her sabah elleri boş, ayakları yassı ve çıplak, gözleri müphem, birer birer bana gelirler. Akşama doğru ellerinde bulunmuş bir diken, tabanlarında kanı kurumuş ve siyahlanmış yeni bir yara ile dönerler. Bedevilerin yalnız gözleri güzel: Yaşayan, dönen, tecessüs eden gözler... Şunu hissettim ki, dağları, kumları ve ufukları ölü doğan çölde yaşayan şeyler iki kat yaşıyorlar.
Burada gördüğüm ceylanlar birkaç defa daha gelip geçti. Ceylan gözleri çölün gözleri gibi. Sanki çölde esrarlı gözler doğuyor ve batıyor.
Bu bana dert oldu, her vakit çadırım, hayvanım, neferlerimle kımıldayıp yer değiştirmek istiyorum. Biraz fazla kalırsam, artık daima burada kalacağım, bedevi olacağım zannediyorum. Bu korku içime yerleşmeye başlayınca yavaş yavaş dağ eteklerini takip edip, daha serbest, daha bedevisiz yerlerde konaklıyorum. Bu taraflar büsbütün kum, üç gün devam eden hiçbir şey yok. Tabiat mukarrer bir şekil almamış ve her gün tecrübelerle bu şekli arıyor.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Bugün tasavvufla ilgili konuşulan şeylerin pek çoğu, önce anlamak, öğrenmek ve olabildiğince konuyu esastan ele almaktan ziyade, bir çırpıda kanaat sahibi olmak ve tespit edilen oldukça “somut sapmalar” (!) nedeniyle de genellemelerle itham etme yarışlarının sonucu gibi görünüyor. Öne sürülen gerekçelerin ilk bakıştaki sağlam delil ve mantık yapısı, bu genelleme gayretlerini başarılı da kılmıyor değil.
Bu hengâmede ziyan olan, İslam Tasavvufunun (adına takılmayın, İslam Ahlakı veya İnsan-ı Kâmil mücahedesi diyelim) yüzyıllardır sosyo kültürel etkilerle yerelleşmiş, ama diğer taraftan evrenselleşmiş olan “yaşantı tecrübesi” yanıdır. Nitekim üstünde tartışılırken heder edilen şey, teorik olarak bütünüyle “anlatılabilecek” ve “öğrenilebilecek” bir mefhum değil, “talip olunacak ve tecrübe edilecek” bir değerdir. O yüzden bu yolun büyüklerinin söylediği gibi, “Allah’a ulaşan yolların sayısı insanların nefesleri adedincedir”. Burada niyetim, tasavvufu, ezoterik olduğunu söyleyerek tartışmadan âri kılmak değil, bu tartışmalar nedeniyle İslam’ın en güzel cihetlerinden biri olan bir unsurdan mahrum bırakılan insanların, İslam tasavvufunun orada dimdik durduğunu ve talipleri için dopdolu bir miras sunduğunu bildirmektir.
Bu hengâmede ziyan olan, İslam Tasavvufunun (adına takılmayın, İslam Ahlakı veya İnsan-ı Kâmil mücahedesi diyelim) yüzyıllardır sosyo kültürel etkilerle yerelleşmiş, ama diğer taraftan evrenselleşmiş olan “yaşantı tecrübesi” yanıdır. Nitekim üstünde tartışılırken heder edilen şey, teorik olarak bütünüyle “anlatılabilecek” ve “öğrenilebilecek” bir mefhum değil, “talip olunacak ve tecrübe edilecek” bir değerdir. O yüzden bu yolun büyüklerinin söylediği gibi, “Allah’a ulaşan yolların sayısı insanların nefesleri adedincedir”. Burada niyetim, tasavvufu, ezoterik olduğunu söyleyerek tartışmadan âri kılmak değil, bu tartışmalar nedeniyle İslam’ın en güzel cihetlerinden biri olan bir unsurdan mahrum bırakılan insanların, İslam tasavvufunun orada dimdik durduğunu ve talipleri için dopdolu bir miras sunduğunu bildirmektir.
Gelenek ve Bilgi
Daha on yıl önce bile okumuşlar arasında s3ufilerin bu iddiasına cevap olarak -benim de işittiğim gibi- "Bir taş, minareller konusunda bir jeolog kadar uzman değildir pek" denildiğini işitmek alışılmadık bir şey değildi. Şimdi gülebiliriz belki, ama bu varsayımın (yani kendilerinden bir şey öğrenmek istenilen insanların bile o şeyin gerçekte ne olduğunun farkında olamayabilecekleri zannının) oyalanıp durduğu köşeler vardır. Durumun tamamen tersine döndüğünü söylemiyorum, fakat . . . Tasavvufi çalışma iştirak etme çalışmasıdır; hakkında bir şey öğreneceğiniz değil, size ders verecek bir şeydir . . .
…
Sanırım, yeni bilginin sunulmasının, onun parçalarının onun faaliyetine pek te uygun olmayan biçimlerde - kendi içlerinde ne kadar hayranlık verici olurlarsa olsunlar- ticarileştirilmesinden çok daha zor olduğu hatırlanmaya değer- devam ettirilmesi de öyledir. Oldukça seçkin psikologlar bile, beni rahatsız edecek kadar sık bir şekilde, hala 'çalışmak için bir parça Tasavvufi psikoloji' istiyorlar benden. Eğer arka plan eksikliğinden ötürü onunla çalışmanız mümkün olamıyorsa, o zaman bir parçası bir yana, bütünü bile tamamen yararsızdır -oyun oynamaya yaraması dışında.
Bu eğilime ışık tutan bir hikâyeye göre, vaktiyle, bir dilenci vardı ve zengin bir adama giderek ondan bir fincan kahve parası istedi. Zengin adam dilencinin eline büyük miktar tutan bir banknot koydu: "Al bunu," dedi, "yirmi fincan kahveye yeter." Ve her birisi kendi yoluna gitti. Ertesi gün, zengin adam dilenciyi yine gördü ve ne yapmış olduğunu sordu.
"Sen de, senin yirmi fincan kahven de uzak olsun benden." dedi dilenci tiksintiyle. "Dün gece gözümü bile kırpamadım onların yüzünden." İnsanlar sizi (Batıda çok sık bir şekilde yaptıkları gibi) tanımlayıcı olmayan birisi diye görüp kendilerine yukarıdan bakmakla suçladıklarında, hazırlanmak gerektiği gerçeğini bundan daha kolay anlatabilmek zordur...