Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
592
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
975-7663-95-6
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Aysel Yüksel
Neden Altını Çizdim?
"Hayat muammasının kabuğuna tırnak sürmek" ifadesi hoş bir ifade olmuş.
Hayat muammasının kabuğuna tırnak sürmek
.. materyalist felsefeye kur yapan ondokuzuncu asır ilim adamının îmâna dudak büken alaylı edası genç doktorda bariz olarak sezilmektedir. Onun için de hayat muammasının kabuğuna hiç tırnak sürmemiş, hiç kazıyıp derinlere gitmeye lüzum görmemiş olan, zamanının münevver bir tipidir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Ne güzel, ne orjinal bir tasvir...
Köşeleri dönerken
Rabia, ömründe bir köşe daha dönmüş gibi. Köşeleri o hiç sevmez. Dönerken insan asıl kendisini arkada bırakır, köşenin bu tarafında başka bir insan oluverir. Fakat arkada bıraktığı "kendisi" de peşini bırakmaz. Her köşe döndükçe bir yeni benlik... En yenisi en önde, en eskisi en arkada... Ard arda yürüyen bir sıra insan... İşte bunların hepsi birden bir tek Rabia.
Kanun!
- Efendimiz kanunu getirdim.
- Ne kanunu?
- Bir mesele için emir buyurmuştunuz. Halbuki elimizdeki kanun sarihtir, bu mesele emriniz gibi halledilemez. Yaverine dönerek:
- Bana bir müsvedde kâğıdı getiriniz!
Ve hemen Harbiye Nazırlığı'na müstacel bir telgraf: "Şu numaralı kanunu hemen bu şekilde değiştirerek bana metnini müstacel telgrafla bildiriniz."
Bir kumaş bile bu kadar kolay ısmarlanmaz.
Yukarıda bürokrasiden şikâyet etmiştim. Bütün şikâyetler doğru olabilir: Fakat Büyük Harp'in kanun kafası, bürokrasi kadar zararlı idi.
Meşhur Kavur:
- En fena chambre, en iyi antichambre'dan daha iyidir, demiş.
En fena kanun, en iyi kanunsuzluktan daha iyidir, denebilir. En doğrusu kanunun iyi yapılması olduğuna şüphe yoktur. Kanuna güvenlik ve saygısı olmayan yerde zarar o kadar büyüktür ki, hiçbir fena kanun, memlekete o kadar ziyan vermez.
Cemal Paşa Boyacıköyü'ndeki yalısındaki son günlerinden birinde:
- Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım, ben bozarım. Bu Enver'in bir sözünü hatırlatır:
- Yok kanun, yap kanun!
Der ve anlamayanlara izah ederdi:
- Yaparım olur, bozarım olmaz!
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN
Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228
Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
Osmanlılar, Fransızlar
Filistin Müftüsü Emin el-Hüseynî, bir seferinde, bu bahiste uzunca bir sohbette bulunmuş, başından geçen bir hadiseyi bizlere şöyle anlatmıştı:
Osmanlı Devleti, âdil, insaflı ve kanatları altında barınan milletlere karşı çok cömert ve hürriyet verici bir devletti. Fakat onu yıkmak, böylece İslâm diyarlarını işgal edip sömürmek isteyen İngiliz, Fransız, Rus ve diğer düşmanlar, kendi kültürlerinin tesiri altında kalan Müslüman aydınlara bunun zıddını telkin ediyorlardı.
Bir keresinde, devletlerarası kongrelerden birinde idik. Bir Cezayirli ile bir Tunusluyu konuşurlarken gördüm. Fransızca konuşuyorlardı. Kendilerine şöyle lâtife ettim:
"Yahu ben yanınızda Filistin Müftüsü'yüm; sizler iki Arapsınız; toplantımız, Arap devletierinin meselelerini görüşme toplantısı; ama sizler Fransızca konuşuyorsunuz. Bu nasıl iş?"
"Hocam, mazur görün, dediler. Bizim kültürümüz Fransızcadır. Arapça avam lisanını konuşabiliyoruz. Fakat derin mevzuları ifadeye Arapçamız kâfi gelmiyor. Fransızca konuşmaya mecbur oluyoruz. Böyle yetişmişiz..."
"Fransa, sizin ülkelerinizde ne kadar kaldı?"
"Yüz sene kadar..."
"Peki, Osmanlılar kaç sene kaldı?.."
"Dört yüz seneden fazla..."
"Acaba sizin dedeleriniz, babalarınız, sizin böyle Fransızca bildiğiniz gibi Türkçe bilirler miydi?"
"Hayır..."
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
1888 yılında Beylerbeyinde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnudan İstanbula göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşının son yılı İstanbula dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolejde Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Halebe yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatayın Türkiyeye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbulda ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatının temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Bu cümleler başkalarında nasıl etkiler yapıyor bilmiyorum ama bende tiksinti uyandırıyor.
Biz bilemeyiz; herhalde onda bir tecelli sezmiştir.
Memhure istemeye istemeye civarda Saraçhanebaşı'ndaki evine gittikten sonra kalanlar küçük bir odada baş başa verdiler, birer kahve içtiler, Afitap anlattı: Neşide büsbütün dayanmış; bir daha konağa ayak basmayacağını, ısrar ederlerse anasının yanına kaçacağını söylüyormuş. Öyle şirretleşmiş ki! İlave etti:
"Bey de tutturdu; bir türlü vazgeçmiyor. Bu toy, yavan kızda ne buluyor bilmem!"
Melal epeyce ukala ve biraz da heyecanlı tavırla cevap verdi:
"Biz bilemeyiz; herhalde onda bir tecelli sezmiştir. Asıl olan Neşide'nin kendisi değildir; verdiği muhabbettir. Aşk perdede iyan olunca Hûda'dan başka ne varsa gözden nihan olur. Aşk sıfata değil, 'zat'a yetiştirir. 'Aşk ister Yaratan'a, ister yaratığa tapışın şeklinde tecelli etsin bir mabuddur' diyor Shakespeare! Fakat en güzelini Michelangelo söylemiştir: "Aşk, Allah'ın kendisine kadar yükselmesi için insana verdiği kanattır.' Fuzuli için ise, her neşenin kaynağı aşktır. Fakat Buda aşkı daha belagatle izah etmiştir: 'Kâinatta bir ruh vardır, bu da aşk olan Allah'ın ruhudur. Mesafeler, hava, okyanuslar, arz, hayvanlar ve nebatlar, yıldızlar ve rayihalar, hepsi o şekilleri alan aşktır." Biraz durdu:
"Fakat," dedi, "hazret aşkı büsbütün başka türlü anlatır; der ki: 'Aşk ideal bir nura ulaşmak ve bu nur içinde safa bulmak için ruhun pervaneleşmesidir; lamba ateşinde yanıp kavrulan pervane bir âşık değil, yolunu şaşırmış sersemdir.' ne güzel söz"
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN
Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228
Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
Sadık Sabri Bey'in dilinden Mustafa Kemal
Sadık Sabri Bey, Mustafa Kemal hakkında yaptığı ikinci tahkikatı da şöyle anlatırdı:
Sultan Vahdeddin'in veliahdlığı sırasında, bir Avrupa seyahati vardır. Bu yolculuk sırasında, yaver olarak, yanında Mustafa Kemal bulunmuş. Vahdeddin, İttihatçılara muhalif, onları sevmez ve yaptıkları, güttükleri siyaseti tasvip etmez. Mustafa Kemal, hazırlıklı, bütün seyahat boyunca, İttihatçıları tenkit etmiş, veliahdın nabzına göre şerbet vermeyi bilmiş. Vahdeddin, o böyle konuştukça:
"Aman Paşa hazretleri, siz şimdiye kadar neredeydiniz? Sizin gibi aklı başında, İttihatçılara aldanmamış bir zabiti, ben ilk defa görüyorum..." dermiş.
Paşa'yı, hanedana âşık, büyük dost, büyük kurtarıcı gibi kabul etmiş. Kendisi 1918 yık Temmuz ayında tahta oturunca,mağlubiyet sonrası, Anadolu'daki kuvvetleri toparlayıp idaresi altına alacak bir paşayı yollamak istemiş ve tabii olarak, Mustafa Kemal'i hatırlamış.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
592
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
975-7663-95-6
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Aysel Yüksel
Ömrünün geçmesi, mezara yaklaşman olmasın
"Bulunduğun yerde kalma, ileri geç. Geç de ne kadar geçersen geç. Yoksa ömrünün geçmesi, mezara yaklaşman olmasın."
"Yürü, dâima yürü... Eğer ölüm seni yolda iken yakalarsa onu Allah bilir. Yeter ki dururken olmasın..."
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
245
Baskı Tarihi
1998
ISBN
9789754706482
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Ölümle yaşam arasında mizahla felsefenin edebi buluşması olan hikaye oyunu İhsan Oktay Anar’ın postmodern yaklaşımıyla olağanüstü bir hal alıyor. Öyle bir oyundur ki bu her hikaye için yaşamın ömrüne bir yeni saat eklense de kazanmak için değil, sadece ve sadece oyunun zevki için, hikaye anlatmanın eşsiz tadı için oynanıyor.
Örf ve âdetlerin fertleri yönettiği
Örf ve âdetlerin fertleri yönettiği, hiç de zengin olmayan, muhafazakâr kasaba hayatının insana bahşettiği en büyük nimet, şüphesiz, derin bir iç dünyası ve yüce duygular gibi sıkıntılardan onu kurtarmasıydı. Gerçekten de kasabalı, gerek dağ başında tek başına yaşayan bir çoban, gerekse yalısında inzivaya çekilmiş bir beyzadeden çok farklı olarak, dünya ve insanlar hakkındaki bütün hükümleri önceden verip bunları geleneklerinde yaşatan bir cemaat içinde ömür sürerdi. Kesin, sarsılmaz ve sağlam oldukları için bu hükümleri onun değil çiğnemek, kabul etmemesi, yahut kendisiyle hesaplaşıp onların yerine yenilerini koymak gibi hem gereksiz hem de tehlikeli bir maceraya atılması mümkün değildi. Kasaba cemaatinden olanların çoğu, vicdan denilen başbelasından kurtulmuş oluyordu. Çünkü doğruyu örf ve âdetler nasıl olsa gösterdiğine göre, onu bulmak için kafa patlatmak artık şart değildi. Gel gör ki vicdana bu şekilde gerek olmadığı için, bu kez onun getirdiği ıstıraptan mahrum kalınırdı. Sadece iç dünyası olanlara özgü olan vicdanın mukaddes azabının lezzeti, kasaba hayatında pek tadılmadığından, insanlar daha çok, cemaat tarafından ayıplanıp cezalandırılmaktan korkarlardı. Kendini gerçekleştirmenin en kolay ve en akıllıca yolu, başkalarını korkutup boyun eğdirtmek olduğu için, insanların kusurlarını araştırıp bularak onları ayıplama fırsatına erişmek, bu kuvvetli tehdit kozunu bir kez ele geçirdikten sonra cemaatten atılma korkusunu başkalarına yaşatmak, kasaba hayatının belki de en temel kuralıydı. Öyle ki, bu hayatta güçlü olmanın bir yolu da, insanların günahları ve kabahatleri hakkında bilgi biriktirmekti. Yükselmek çok zordu ama diğerleri karalanabilir, yerin dibine batırılabilirlerdi. Başkalarının mahrem hayatlarını gözetleme, dedikodu ve tecessüs, ayıplanma korkusunu yaşayanların kendi çektiklerini, belki de başka herkese yaşatma ve böylece kaderlerini paylaşıp sıkıntılarını hafifletme eğilimlerinin bir sonucu olmalıydı. Fiskos ve dedikodu her iki cins eşit rağbet gösterse de, teferruatı erkeklerden daha iyi sezecek kadar ince düşünceli oldukları için, kadınlar tarafından daha büyük bir başarıyla yürütülürdü.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
189
ISBN
9789753421942
Baskı Sayısı
10. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Modernliği, ekonomik gelişme, siyasal iktidar biçimleri, kentleşme gibi sosyo-politik olgularla algılamaya alışkınız. Türk deneyimi ise modernizmin özel yaşamlar, mahrem alan üzerindeki dönüştürücü gücünü göstermesi bakımından emsalsizdir. Bu bağlamda "Modern Mahrem" Türk modernleşmesi tarihine, mahrem cephesinden bakmaktadır. Bu kitaptaki alternatif okuma, modernizm ve kadın-erkek ilişkileri arasındaki "kara kıtayı" gün ışığına çıkarmayı amaçlamaktadır. (Arka Kapak)
Kendine yeterlilik inancı
İslamcı hareketler de Batı üstünlüğünün izdüşümünden, ilerleme idealinden ve yabancılaşma sorunundan bağımsız gelişmişlerdir. İsmail Kara, Batı dünyasının maddi ve teknik üstünlüğü nedeniyle İslamcılar'ın ''kendine yeterlilik inancını'' yitirdiklerini, geriye, kaynaklara dönüp ''içten içe yenilenme(tecdid)'' yerine ''evrim düşüncesinin bir ürünü olan ilerleme fikrine'' bel bağladıklarını yazmaktadır. Hatta Kara, İslamcılar'ın Batı medeniyeti karşısında ''savunma durumunda'' kalarak İslam'ın ilerlemeye engel teşkil etmediği (''İslamiyet mani-i terakki değildir''), Müslümanların İslam'ı yanlış yorumladığı (''Kabahat İslam'da değil müslümanlarda''), medeniyet ile İslam'ın uzak düşmediği (''İslamiyet medeniyet hamisidir''), zaten gerektiğinde Batı'nın teknik medeniyetinden yararlanılması gerektiği (''Hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa onu alır'') gibi sloganlardan yola çıktığını belirtmektedir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
245
Baskı Tarihi
1998
ISBN
9789754706482
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Ölümle yaşam arasında mizahla felsefenin edebi buluşması olan hikaye oyunu İhsan Oktay Anar’ın postmodern yaklaşımıyla olağanüstü bir hal alıyor. Öyle bir oyundur ki bu her hikaye için yaşamın ömrüne bir yeni saat eklense de kazanmak için değil, sadece ve sadece oyunun zevki için, hikaye anlatmanın eşsiz tadı için oynanıyor.
Birçok kişi için, insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmak değil
Birçok kişi için, insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmak değil, hayatı sürdürmek ve korumak daha önemli görünüyor. Ne pahasına olursa olsun yaşamaya çalışmakla, doğrusu çok büyük bir mutluluğu kaçırıyorlar. Acı ve ölüm korkuları onları yönetiyor. İşin kötüsü bu korkuya Tanrı diyorlar. Oysa dünyayı korkuyla değil, bir insanın gözleriyle görselerdi, Tanrı'yı görmüş olurlardı.