Türü
Gazete
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Neden Altını Çizdim?
Çok cesur bir yazı. İyi ki böyle aydınlarımız var...

Müjdeli Bir Değişim

Cumhuriyet tarihinin en ilginç dönemlerinden birini yaşıyoruz. Bütün hayatın “devlete ve devlet görevlilerine” göre tanzim edildiği “oligarşik” bir cumhuriyetten, her şeyin halka göre belirlendiği “demokratik bir cumhuriyete” geçme mücadelesi veriliyor. Cumhuriyetin yapısının değiştirilmesi için verilen mücadelenin tam göbeğinde “ordu” konusunun durması elbette bir tesadüf değil. Türkiye’yi halkın iradesinden bağımsız bir azınlığın yönetebilmesi ancak ordunun “silahlı bekçiliğiyle” mümkün. Biraraya geldiklerinde büyük çoğunluğu oluşturan dindarların, Kürtlerin, solcuların, Alevilerin “özgür ve eşit” yaşama talepleri hep “silahla” baskı altına alınmış. Bu kesimlerden “devlet görevine” seçilenler ise eski yeniçeriler gibi bir “devşirme” anlayışından geçirilmişler. Dindarlar dindarlıklarını, Kürtler Kürtlüklerini, Aleviler Aleviliklerini “devlet kapsında” bırakıp içeri öyle girebilmişler. Devletin içinde “asıl kimliklerinin” dışında “Atatürkçülük” diye tarif edilen yeni bir kimlik edinmişler. Bu “devşirme” yöneticiler, Sünni olacaklar ama Sünni yaşam tarzını ve ibadet etme biçimini terk edecekler, Kürt olacaklar ama “Kürtlüklerini” öne çıkartmayacaklar, Alevi olacaklar ama Aleviliklerini saklayacaklar, solcu olacaklar ama fikirlerini söylemeyecekler. İbadetinden, Aleviliğinden, Kürtlüğünden, solculuğundan vazgeçmeyen “halk” ise “hakkını” isteyemesin diye sürekli bir baskı altında tutulacak. Medyayla, edebiyatla, karikatürlerle beyinleri yıkanacak, dindarlar “yobaz”, Aleviler “mumsöndü yapan ahlaksız”, Kürtler “bölücü”, solcular “hain” gösterilecek. İnsanlar dinlerinden, dillerinden, fikirlerinden “utanır” hale getirilecek. Devlet ekonomide tek patron olacak. Cumhuriyet çok uzun zaman bunu başarıyla yürüttü. Dünyanın koşulları da buna izin verdi. Ama dünya da Türkiye de değişti. Türkiye, “küreselleşen, bütünleşen” dünyanın önemli bir parçası haline geldi. İnsanlar “hakları” olduğunu öğrendi. Üretim yapan “halk” yavaş yavaş zenginleşmeye, devletin boyunduruğundan çıkmaya başladı. Zenginleşen “dindar” kesim siyasete ağırlığını koydu. Kürtler, silahla “kimliklerini” kabul ettirme yolunu seçti. Aleviler örgütlendi. Devletle, halk “iktidar” için karşı karşıya geldi. Şimdi dünya koşulları “halktan” yana. Para, halkın elinde. Halkın Kürt kesiminde “silah” var. Ve, halk “yeter” diyor. Sadece bu ülkenin halkı değil, dünya da “yeter” diye bağırmakta. Bu ülkenin huzura kavuşabilmesi için halkın bu ülkenin “sahibi” olması gerekiyor. Bunun önündeki engel ordu. Gerek ordu, gerekse “ordu yanlısı medya” sürekli olarak aynı şeyi söylüyor: “Cumhuriyet tehlikede.” Söyledikleri doğru ama eksik. Bu “oligarşik cumhuriyet” tehlikede. Bu ülkede “azınlığın sultası” sona erecek. Halkın iradesine tabi “demokratik” bir cumhuriyet kurulacak. Ordu, “hukuk dışı” bir baskı kuramayacak halkının üzerinde. Kendi kimliğini unutmak zorunda kalan “devşirmeler” tarafından değil, gerçek kimliklerine sahip çıkan insanlar tarafından birlikte yönetilecek bu ülke. “Ben Kürdüm” diyen birini cumhurbaşkanı seçebileceğiz, “ben Aleviyim” diyen bir başbakanımız olabilecek, “Cuma namazlarını kaçırmayan” diyen bir genelkurmay başkanımız görev yapabilecek, “enternasyonalizme” inanan bir Marksist Meclis başkanlığını üstlenebilecek. Bu ülkenin her vatandaşı, inancı, dini, dili, fikri ne olursa olsun diğerleriyle “eşit” konuma gelecek. Bizim gerçek bir ülke, gerçek bir cumhuriyet, gerçek bir demokrasi olabilmemiz için önümüzdeki en büyük engel olan ordunun asli görevi olan askerliğe dönüp, elini siyasetten çekmesi bunun ilk adımı. Bu ilk adımın sancılarını çekiyoruz. Çok uzun sürmez bu. Hayatın bizzat kendisi “orduya” bunu emrediyor, buna direnmek mümkün değil. Ordu kışlasına çekilecektir. Kendi halkına karşı “oligarşik” bir cumhuriyetin “bekçiliğini” çok fazla yapamaz. Güneydoğu’daki savaş da barışla sonuçlanacaktır normalleşmeyle birlikte. Asıl zorluğu belki de biz “ezilenlerin” kendi aralarındaki sorunlarda yaşayacağız. “Devletin bölünmesinden” çok korkan bu cumhuriyet, kendi halkını insafsızca “böldü” çünkü. Eğitim sistemiyle, medyasıyla, ezilen insanları birbirine düşman haline getirdi. Yıllarca ezilen ve birbirine düşman olan bu insanları barıştırmak, birbirlerinden duydukları kuşkudan kurtarmak, onların arasında eşitlik oluşturmak için eğitim sisteminden, medyanın yapısına kadar çok önemli değişikliklerden geçmemiz gerekecek. Türkiye’de büyük değişim başladı bence. Bu değişimin en görünür ve en çarpıcı adımı ordunun konumu ama onu hallettikten sonra daha epeyce değişimden geçeceğiz. Her çocuğun kendine ait bir odasının olacağı, her gencin özgürlüğü alabildiğine yaşayacağı, yaşlıların “bakın nasıl bir ülke yarattık” diye gülümseyeceği bir geleceğe doğru gidiyoruz. Bu yolculuk biraz zor belki ama varılacak menzil çok huzurlu.

Eksik Şiir

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
211
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-342-588-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen

LA'L

Bir bulut olsam yüklenip yağsam Dökülsem damla damla toprağıma Bir deli nehir bir asi rüzgar olup Kavuşsam üzüm bağlarına Bir çiğ tanesi, bülbülün çilesi Annemin sesiyle güne uyansam Radyoda yanık içli bir keman Ağlasa nihavend, acemaşiran

Vatanseverliğe karşı

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
2007
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul

Sınırlar neden var?

Karlhen Şmit(9 yaşında): Prusyamız, Rusların bizden toprak almasına izin vermeyecek! Petya Orlov(10 yaşında): Biz de diyoruz ki, önce biz fethettiğimize göre toprak bize ait. Maşa Orlova(8 yaşında): “Biz” kimiz? Petya: Sen daha çocuksun, anlamazsın. “Biz”, ülkemizin halkı demek. Karlhen: Her yerde böyledir. Bazı insanlar bir ülkeye, bazıları da diğerine aittir. Maşa: Ben kime aidim? Petya: Rusya’ya, hepimiz gibi. Maşa: Ama ya istemezsem? Petya: İstesen de, istemesen de Russun. Ve her ülkenin kendi çarı ya da kralı vardır. Karlhen(araya girerek): Ya da parlementosu… Petya: Hepsinin kendi ordusu vardır ve hepsi kendi halkından vergi toplarlar. Maşa: Ama niye böyle ayrılmışlar? Petya: Ne demek? Her ülke farklıdır. Maşa: Ama niye böyle ayrılmışlar? Karlhen: E çünkü her insan kendi anavatanını sever . Maşa: Neden ayrı olduklarını anlamıyorum. Hep beraber olmak daha iyi olmaz mıydı? Pertya: Oyun oynamak için beraber olmak daha iyi, ama bu oyun değil, önemli birşey. Maşa: Anlamıyorum Karlhen: Büyüyünce anlarsın. Maşa: Öyleyse büyümek istemiyorum

Eksik Şiir

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
211
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-342-588-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen

Çocukluğum Nerede

Böyle miydik ah, böyle miydim ben Sevinçlerle uyanırdım çok eskiden Bu biraz yenilmiş biraz kaderci Sanki vazgeçilmiş hssediş neden? Anılar serpilir akşam inerken Resimler,sokaklar geçer gönlümden Göğsüme hançer gibi yıllar saplanır Azalır bir gün daha ömrümden...

Eksik Şiir

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
211
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-342-588-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen

Gelsin Hayat Bildiği Gibi

Gelsin hayat bildiği gibi,gelsin İşimiz bu,yaşamak! Unuttum bildiğimi doğarken Umudum ölmeden hatırlamak

Eksik Şiir

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
211
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-342-588-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen

Yanmam Lazım

Kibir bir canavar gibi bekliyor pusuda Tıpkı bir volkan gibi uykusuda Kalbini kurban veriyor

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
224
Baskı Tarihi
2010
ISBN
9753626889
Baskı Sayısı
1. Baskı
Yayın Evi
Timaş
Mor Mürekkep, birbirinden bağımsız konulardan bahseden ama bütünü dikkate alındığında ortak bir ruh etrafında öbeklenen denemelerden oluşuyor. Kimi zaman bir renk, kimi zaman bir kitap veya bir şahıs, kimi zaman da edebi bir sanattan hareketle farklı zaman ve duygusal iklimlerde kaleme alınan bu denemelerde her şeyden önce kıvrak ve akıcı bir Türkçe, bilgi dağarcığınızı zorlayan ve harekete geçiren bir birikimle karşılaşacaksınız.Mor Mürekkep’in çağrışımları okkasında duramayacak kadar zengin ve derin.

Hayat ve Kelimeler

“Ne kadar zaman geçti kim bilir” dedi; ama bu kez tamam, artık hayatı öğrenmiş olmalıyım. Ben ki bütün kitapları okudum, bütün lügatleri hatmettim. Ben ki bütün kelimeleri ezberledim, artık hayatın anlamını bilmediğimi kim iddia edebilir? Değil mi ki hayatı kelimeler yapıyor, değil mi ki hayat kelimelerden çıkıyor?” Böylece yazıcı, hayatının,yani bütün hayatların anlamını öğrendiğine kani olarak simsiyah perdeleri açtı geriye. Parlak bir güneş ısığı doldu içeri. Gözleri acıdı, “bu da ne” diye söylendi. Dişarı çıktı. Bir kelebek kalktı kapı önündeki dağ lalesinin üzerinden. “Ne hoş çiçek” diye düşündü “ ve ne hoş bir uçuş,acaba isimleri ne?” Fakat zihnini ne kadar zorladıysa da ne dağ lalesini tanıyabildi, ne kelebeği. “Bunlar” dedi “mutlaka öğrendiğim kelimeler arasında yoktular.” Fakat akşama kadar yol boyunca gezinip de hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi tanıyamayınca. Hele akşam olup da üzerindeki lacivert ve sonsuz boşlukta asili duran ışık toplarını hayranlıkla seyredince. Bir portakal dilimine benzeyen aydınlığı anlamaya çalışınca içtenlikle.Ve hiçbirisinin ismini bir türlü bilemeyince. İçi acıdı. “Yazık” dedi “kelimelerle hayat uymuyor demek birbirine. Kim bilir bunlardan her birine ad olan kelimeyi kaç kez ögrendim, kaç kez geçirdim defterime. Kim bilir kelebek bunlardan hangisidir, hangisidir dağ lalesi, hangisi yıldızdır ve hangisidir adı hilal olan?” Gerisin geri odasına döndü. Bütün kitaplarını ve defterlerini fırlatıp attı bir köşeye. “Ben” dedi “hayatın kelimelerden çıkarılabileceğini zannetmiştim. Oysa karşıladıkları nesneyi bile göstermiyorlar. Demek kelimeler hayattan çıkıyor, hayat kelimelerden değil.” Tahta karyolasına uzandı,çizgili battaniyesinin üzerine. Sonra ansızın yerinden kalktı, dışarı firladı. Karşısına ilk çikan adama, hayatında bir tek kitap okuduğu bile ümit edilemeyecek bir adama, “Bayım” dedi, “Bana gösterir misiniz, kelebek bunlardan hangisidir ve hangisidir dağ lalesi olan?” Adam “ha” diye kabaca cevapladı, “şu gördüğünüz dağ lalesidir, onun üzerinden havalanan çiçek de kelebek.”

Memleketi kurtarırım; fakat bir şartla!...

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
240
Baskı Tarihi
2006
ISBN
975-437-548-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken

Kelimeler, mefhumlar

Kelimeler, mânâ ve karşılıklarından mürekkep birer zengin tedâiler demetidir aziz kaarîlerim; ben şuracığa derc etmese idim nereden bilecek idiydiniz? Vaktiyle çok söyledik, çok iykaz ettik fekat bu şen'i usûlde ısrar edildi. İmdi çok hayati mefhumların karşılığı cam üstündeki civa damlacığı gibi elimizin altından kayıyor; lisân olmaz ise siyâset de olabilemez veyâ kim böyle lisân ile ancak böyle siyâset yapılabilir kanaatindeyim.