1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)
Osmanlı ve Adab
Seçkinler sadece iktidar sahibi olmakla kalmayıp, (ulemanın bekçisi olduğu ve medreseler sistemi kanalıyla yeniden üretilen) yazılı İslâm kaynaklarına ve (asker/bürokrat seçkinler sınıfının niteliği olan ve gayrıresmî öğrenim ve eğitim yoluyla yeniden üretilen) adab adındaki, daha laik bir töreler ve beğeniler bütününe dayanan klâsik bir uygarlığın, bir “büyük geleneğin” bekçiliğini de yapıyordu. Bir Osmanlıyı Osmanlı yapan değerler ve kanılar bütünü olan bu uygarlık, çok farklı unsurlardan meydana gelmiş bir İmparatorlukta esaslı bir bütünleştirici güç oluşturmuştu. Bu uygarlıkla, ufku yakınındaki köylerle ya da diyelim ki pazarın kurulduğu kasaba ile sınırlanmış ve neredeyse tek bir kişinin bile okur-yazar olmadığı kırsal nüfusun bakış tarzı arasında son derece geniş bir uçurum vardı. Seçkinler uygarlığı ile halk kültürü arasındaki tek bağ, İmparatorluğun her tarafında sıkı bir tekkeler ağı kurmuş olan Mevlevi, Nakşibendi, Rifâi ve aykırı Bektaşi tarikatleri gibi tarikatler tarafından oluşturulmuştu. Bu tarikatlere üyeliğin farklı toplum katmanı gibi sınırlamaları bulunmuyordu ve önde gelen şeyhlerin nüfuzları en yüksek çevrelerde bile güçlüydü.
İman küfrün aynıymış!
Beyefendi hakikaten değişmiş. Neşide'den bahsediyor mu?"
"Önceleri bahsediyordu. Hatta bir gün bana 'taptığım bir tek put kaldı, ötekileri kırıp attım' bile dedi; tüylerim ürperdi. 'Aman bey,' diye çıkıştım, 'kafir oldun, tövbe et! '
Buna karşı ne söyledi, biliyor musunuz?
"Bizde mutlak küfre, kafirliğe imkan yoktur. Her neye olursa olsun tapan, ibadet eden kimse Hakk'a ibadet etmiş, inanmış olur" demesin mi?
"Doğru söylemiş. Zira o yaptığı şey Hakk'ın müzahiridir ve onda da Hak zahirdir. Meşhur bir söz bunu anlatır:
'Saneme tapan hakikatte Samed'e tapar.' Sanem, put demektir. Samed ise esma-i hasenedendir, yani Alah demesine gelir."
"Neler de biliyorsunuz hemşire! "
"... Şu var ki Hak hiçbir şey ile takyid edilemeyeceği için 'vücud-i mutlak'ın ıtlakını örtmüş, ancak bu suretle kafir olmuş sayılır: tam kafir addedilmez. Neden? İzah edeyim:
Alah'ın sıfatı zatının hicabı, perdesi bulunduğundan ve zatın sıfatsız idraki mümkün olmadığından 'iman', 'küfr'ün aynıdır. Sıfat olmadıkça zat zuhur edemez ki! Görülüyor ki küfrün hakikatine eremeyen, yani 'sıfat'ın aynı imanı da bulunmaz."
"Ya! Öyle miymiş?
Yaşlı İnsan
"İnsan ellisini aştı mı günlük hayatının ancak yarısını yaşar; yarısı eski yılların zihninde tekrarından ibaret kalır. Belki daha sonra bu nispet üçte ikiye, nihayet dörtte bire düşecek, günlerini mazi dolduracaktır. Yaşlı insan hatıralarını geviş getirerek hali güçlükle hazmetmeye çalışan bir mahluktur.
Dün mektebe gitti bugün üstat olayım der
"Fikri Hoca mendebur Şeyh'i bastırdı galiba," diye içinden söylendi, 'ben ne keramet sahibiyim, ne de efsun yaparım' gibi bazı şeyler geveledi, kendini küçümsedi ama bence bir keramet izhar etmişe benziyor. Efsun bile bu derece çabuk tesirini göstermez. Allah'tan dilerim, tesiri devamlı olsun! Gel de irşat kuvetine inanma. Sofiyûn 'irşat' kelimesini manen tenvir etmek, gafletten uyandırmak, Hak yolunu göstermek manasına kullanırlar; Arapça doğru yolu gösterme demesine bir sözdür; Ruhi ne hoş söylemiş:
Gör zahidi kim sahib-i irşad olayım der
Dün mektebe gitti bugün üstat olayım der
Sivri Sakallı İblis
Biz hanım kızımızla tatlı tatlı konuşuruz. Kendisi benim ne şeyh, ne şah, hiçbir mertebe ve unvana sahip olmadığımı elbette biliyor. Burası ne tekkedir, ne de çilehane... dervişim de yoktur, müridem de... keramet de beklememeli kutupluk da, ne okur üflerim, ne de tespihten geçirir, tütsü yapar, muska yazarım. Ne şarap sunar, ne zemzem içiririm! Ancak eşyanın hakikatlerini, hassalarını, hükümlerini ve eserlerini öğrenip ona göre hareket edebilmiş bir insanım, kamil olmaya çalışıyorum. Neşide Hanım'a bir yardımım dokunabilirse Allah'ı hoşnut edeceğime kani olduğum için bunu kendisinden esirgemem."
Misafirlerin ikisi de sözlerini teyit eden minnettar bakışların da ilavesiyle ev sahibine teşekkürlerini bildirdiler.
Ayetullah Bey odadan çıktı. İçinden:
"Bakalım," diyordu, "hakiki kemalat sahibi bir zatla bir düzenbaz arasındaki şu mübarezede hangi taraf galip çıkacak? Neşide ne kadar sağlam seciyeli olsa yine de kadındır. Dilerim, sivri sakallı iblisin telkin ve tesirinden kurtulabilsin!"
Şeyhin nuhuset tesiri
"Hocamıza anlatacağın için iki defa yorulma Neşide Hanım. Zaten benden öğreneceğin bir şey de yok. Sen hepsini teferruatıyla ona izah edersin; hiçbir noktasını gizlemeden, en mahrem taraflarıyla... Esasen az sonra yapacağın bu işe
şimdi psikanaliz diyorlar ki biz onu 'tasfye-i nefs' terkipleriyle ifade ederiz. Tasavufta telkin vardır, mesela salike mürakabe telkin olunur. Her neyse, sen anlatırsın yetmezse suallere maruz kalırsın, talimat alırsın. Neticede ruhunun hafiflediğini duyar, sükuna kavuşursun."
"Baki Bey bana birtakım yazılar gönderiyor."
"Lahavle velakuvete! Geri çeviriyorsundur, herhalde?"
"İşin fenası bu ya! Çeviremiyorum beyefendi! "
"Okuyorsun demek?"
"Pek iyi anlamamakla beraber okuyorum; okurken o sözleri kendi ağzından işitmek, sesini dinlemek istediğim de oluyor. "
"Vah vah ! "
Dilekçeler Müdürünü bir ümitizliktir sardı; mahzun gözlerle deniz seyrine daldı.
Komünikatif bir ruhunuz olduğu şüphe götürmez
Melal bu sırada diyordu ki:
"Kanatimce Aşık'ın aklı fikri hep Neşide'de. Odasına kapanıp cehren değilse de hafiyen boyuna 'Neşide! Neşide! ' diye zikrettiğine işitmiş gibi yemin edebilirim. Ben bunu Memhure kafasıyla adi manaya yormuyorum. Şüphesiz ki aradığı cisim ve suretten ibaret bir varlık olamaz. Eğer öyle olsaydı Nevsal ile avunurdu. Daha körpe daha şuh, daha da zeki bir kız... "
"Bir bakıma daha da güzel. Galiba Ada'da azıcık denedi, yola da getirdi, zaten hazırdı; fakat aradığını bu kızcağızda bulamadı. "
"Zira aradığı bizim göremediğimiz bir şeydir, ilahi sırrın tecelligahıdır. En parlak aksini, mehtabını Neşide'nin suret ve siyretinde buldu. Onu kaybettiğine yanıyor."
"Sizden saklayacak değilim: fi tarihinde benim için de böyle yapmıştı."
"'Komünikatif bir ruhunuz olduğu şüphe götürmez, hanımefendi."
Bize karşı dikkatli ol
"Şunu unutma" diyor Tyler. "Ezmeye çalıştığın bu insanlar, senin muhtaç olduğun herkestir. Biz senin çamaşırını yıkayan, yemeğini pişiren ve önüne getiren insanlarız. Senin yatağını biz yapıyoruz. Uykudayken seni biz koruyoruz. Ambulansları biz kullanıyoruz. Telefonlarını biz bağlıyoruz. Bizler ahçıyız, taksi şoförüyüz ve senin hakkında her şeyi biliyoruz. Sigorta bildirimlerini, kredi kartı ödemelerini biz takip ediyoruz. Hayatının her alanını biz denetliyoruz."
"Biz tarihin ortanca çocuklarıyız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük: ama bunların hiçbirini olamayacağız. Ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor"
diyor Tyler. "O yüzden bize karşı dikkatli ol."
Kendi ismimize ancak ölümde kavuşabiliriz
Bir dakika önce Robert Paulson dünyadaki yaşamın etrafına doluştuğu, küçük, sıcak bir merkezdi . Bir dakika sonra, bir nesne oldu. Polislerin ateşinden sonra, ölümün inanılmaz mucizesi.
Bu gece bütün dövüş kulüplerinde, topluluktaki adamlar bodrumun orta yerindeki boşluğun ötesine, öbür uçta duran adamlara bakarken, her birim lideri karanlıkta, kalabalığın etrafında dolaşıyor ve liderin bağıran sesi duyuluyor:
"Adı Robert Paulson . "
Erkekler topluluğu bağırıyor: "Adı Robert Paulson."
Lider bağırıyor: "Yaşı kırk sekiz."
Erkekler topluluğu bağırıyor: "Yaşı kırk sekiz."
Yaşı kırk sekiz. Dövüş kulübü müdavimiydi .
Yaşı kırk sekiz. Kargaşa Projesi'nin bir neferiydi.
Kendi ismimize ancak ölümde kavuşabiliriz; çünkü ancak ölümde mücadelenin bir parçası olmaktan çıkarız.
Ölümde kahraman oluruz.
Ve topluluk bağırıyor: "Robert Paulson."
Ve topluluk bağırıyor: "Robert Paulson."
Ve topluluk bağırıyor: "Robert Paulson .