Türü
Roman
Sayfa Sayısı
126
Baskı Tarihi
2011
ISBN
978-975-509-690-2
Basım Yeri
Ankara
Mütercimi
Ali Aydoğan
Orijinal Adı
Treasure Island
Hana gelen adam
Sıradan geçen günlerimiz, hana iri yarı bir adamın gelmesiyle bozuldu. Aradan yıllar geçmesine karşın, o günü ve adamı dün gibi anımsıyorum. Sağ ayağında derin bir yara iziyle dikkat çekiyordu. Üstü başı çok pisti. Yara bere içindeki nasırlı ellerinin derisi kirden görünmüyordu. Uzun zamandır yıkanmadığı açıkça belli olan kirli yağlı saçları, paltosunun yakasını örtecek kadar uzundu.
Öğrenci Saçma Sınavı
... ''Herkesi inandıracağız kralım! Herkesi harika bir eğitim verdiğimize inandıracağız! Bir de zaten, televizyonla internetle falan, milletin beyni epey uyuşmuş olacağından, akılları pek başlarında olmayacak. Hem bir Öğrenci Saçma Sınavı yapacağız ki evlere şenlik!''
''Efendim...'' diye araya girmiş filologbaşı, ''Kaybetmekte olduğum prestiji kurtarmak adına şu açıklamayı yapmama izin verin: Öğrenci Saçma Sınavı, her yıl düzenli olarak yapılan bir sınavdır. Yüz binlerce ayrıntıdan sorumlu tutulan öğrencilerin, pestilini çıkarmak için yapılır. Bazı dilbilimciler, öğrencileri bir şehirden bir başka şehire saçıp savurduğu için böyle adlandırıldığını söylerken; bazı dilbilimciler de, sınavın bizzat kendisinin saçma olması sebebiyle bu adı aldığını iddia etmişlerdir.''
Siyasal şiir
Siyasal şiir, şiirin beyazı ile siyasanın karası arasında renk seçimine giriştiğim, gerçeğin ipliğini devşirmeyi denediğim, başlı başına bir eleştiri türüdür.
Şiirin beyazından söz ederken, onun mutlak temizliğini; onu özünden uzaklaştıran, kendisine eklenmiş bütün kimyasal maddelerden soyutlanmış olmasını amaçlıyorum.
Siyasanın karasından söz ederken amaçladığımız şey ise, sapma, avuç açma, narsizm, pazarcılık, kavgacılık, Makyavelcilikten oluşan bir karışımdır.
israilin duvarlarına gerilla bildirileri
Ey israiloğulları, gurura kapılmayınız
Saatlerin akrepleri durduysa da, dönmesi lazım
Yeryüzünü gaspetmeniz korkutmuyor bizi
Kartalların kanatlarından düşen tüy
uzun susuzluk korkutmuyor bizi
Kayaların kalbinde hep kalacak su
Orduların bozguna uğrattınız ama
bilinçleri yenemediniz
Tepelerinden kestiniz ağaçları
kökleri kaldı...
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
197
Baskı Tarihi
2008
ISBN
978-605-103-038-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
Vivet Kanetti
Orijinal Adı
La vie devant soi
Onca Yoksulluk Varken (özgün adı La vie devant soi), Fransız yazar Romain Gary'nin Émile Ajar takma adıyla yazdığı ve 1975 yılında Goncourt Ödülü kazandığı romanıdır. "Madame Rosa" adında, Madam Rosa'yı Fransız oyuncu Simone Signoret'in oynadığı bir film uyarlaması çekilmiştir.
Ot değilsin ki biçildikçe bitesin!
Akıl sana günde yüz kere mi söylesin:
Felek kuyusunu kazar bir gün herkesin
Yaşadığın anı ele geçmez fırsat say,
Ot değilsin ki biçildikçe bitesin!
Şiir ve Matematik
Bir şiir yalnız o şiire giren değil, bir de girmeyen sözcüklerden meydana gelir. Bu deyiş ilk anda saçma gibi görünse de ozanı biçimci bir görüşe ve sözcüklerin şiire girmeden önce birbirleriyle yeter derecede çarpışması düşüncesine çağırması bakımından dikkatle ele alınmalıdır. Bir şiirin güzelliği kendi dışında bıraktığı sözcüklerin sayısıyla doğru orantılıdır.
İnsanı ancak Allah özgür kılar
Allah'a inanan insanın özgür olduğuna inanıyorum. İnsan boynuna zincir atan, takan eşyadan ve öteki insanlardan, insanların tanrılaştırdığı kişi ve eşyadan insanı ancak Allah kurtarır. Yani insanı ancak Allah özgür kılar.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Sevengül Sönmez
Neden Altını Çizdim?
Kemai Tahir'in şu satırlarda okuyucunun önüne döktüğü kelime ve kavram zenginliği çok şaşırttı beni...
Nerede eski günler!...
Yaşlılar, cevizin gölgesinde, suyun başına yan gelmişler, içlerini çekerek eskinin Kozpınar pazarını, yayla göçü panayırlarını ballandırmaya girişmişlerdi.
-Hani eskinin Kozpınar'ı.. Burda iki döneleye mi bilirdin, birkaç çerçi ayaklanmayınca...
-Vah ki, vah! Söğüt'ün yayla göçünün böyle geçe kaldığı görülmüş müydü kardaşlar?..
-Hay hay! Göçün günü bilinmeyince fukara çerçi nasıl sürüp gelsin de yükünü yıkıp dolabı bezesin!..
-Gerçek!.. Çarşı arastası gibi dükkan kuracaksa, başka!..
-Leblebi gelirdi vaktiyle buralara, katır yükleriyle, çuval çuval... Nah başparmağım gibi... Dağılırdı ağzına attın mı, un gibi...
-Leblebi helvasını desene, leblebi helvasını...
-Taraklı'dan tarak gelirdi, benzerini Konya Sultanı'nın hatunu hiç görmemiş... Boynuzdan, kemikten, ağaçtan taraklar ki... Vay ki ne taraklar... Hele ki şimşir taraklar...
-İğnecinin ya, çeşit çeşit, boy boy iğneleri... Çuvaldızları...
-Göynüklü bardak alır gelirdi ki, su sızdıran bardaklar... Burcu burcu çam kokulu... Kaşıklar ki sapının kırıldığı hiç görülmemiş...
-Ya gezgin demirci abdalının kazması küreği, tırpanı, orağı, nalmıhı, sacayağı, maşası...
-Kütahya'nın tın tın öten kızıl testileri, burunlu ibrikleri, cam gibi pişmiş güveçleri...
-Küpleri demedin küpleri... Pekmez küpleri, kursu küpleri, şarap küpleri, demedin!
-Beride, ip, urgan, kendir, sicim... Kayış sahtiyan, gön, kösele...
- Bilecik'ten ipek bürümcük, Afyon'dan pamuklu, Ankara'dan sof...
-Karı örtüleri, karı çemberleri...
-Yamçılar, abalar, kepenekler!
-Hay babam, kaputluk çuha, kolluk... Eğer, üzengi kayışı, kantarma, yular, belleme...
-Hele ki çeşitli zırhlar... Kılıç işlemez, kargı delmez yaman zırhlar...
-Çizme... Pabuç... Yahu buranın farkı mı vardı kardaşlar. Yellice, Uçkapılı, Göksün panayırlarından?
-Evet dağı taşı tutmuş bunca abdal nic'oldu yahu? Elekçi Abdalı, Teberci Abdalı ki, çömçe, fıçı, badya, külek, matara taşırdı arabalar dolusu...
-Heyvah ki görünmez olmuştur Tahtacı Abdalın hamur tahtaları, çamaşır tokaçları, tahta kürekleri, dirgenleri, boyundurukları... Hiç!
-Kuyumcu Abdalı hani, ve de Cambaz Abdalı, üfürükçü, dermancı, Bilici abdalı ve de maskara Yamak Abdalı, ilahiler, Dede Korkut masalları okuyan Gurbet Abdalı..."
-Ya geceleyin ateş söndürür ışık yakmaz, yazın çadır altında yatmaz Sepetçi Abdalı nerde ihvanlar?
-Ve de keyfinde havasında, saz bilir, namaz bilmez, çökür sapı takıp tambura oyar, davul gerip zuma deler, çalıp söyler, içer oynar eşinir. "Dünya ateşe gitse içinde hasırımız yoktur" diye şişinir, Hasırcı Kara Çingene Abdalı hani?
- Yahu, Söğütlü'de trampa edecek mal mı kaldı ki bunlar sürüp gelecek de, Kozpınar'da panayır kurup yayla göçü bekleyecek.. Harmana girdiğimiz mi var ki veresiye bıraksın harman ödemesi... Paraya geldi mi... Eyvah...
Neden Altını Çizdim?
Şu anlatılanlara bakarsak görürüz ki Ermeni konusu hiç siyah-beyaz bir mesele değil. Tenkil de gerçek tehcir de... Ama milliyetçi kılığında canilerin, katillerin, namussuzların en azından bir kısmının cezasız kalmadığı da gerçek...
Zararlı Ermeni külliyetlerini, zararsız Ermeni cüz'iyetleri haline getirmek!
Dördüncü Ordu Kumandanı:
- Hicret eden Ermenileri bana bırakınız, Suriye içlerinde oturtacağım, diyordu.
O, Suriye'de, Ermenilerin zararlı olacağı fikrinde değildi. Dördüncü Ordu'nun esas düşüncesi şu idi: Zararlı Ermeni külliyetlerini, zararsız Ermeni cüz'iyetleri haline getirmek!
Suriye içlerine dağıtılacak Ermenilerin koyu Araplığa karşı bir teminat olmak ihtimali de vardı. Çerkesler, Kürtler ve saire gibi... Hatta Ermenilere toprak ve ev vermek şartıyla Müslüman etmek için bir heyet bile yapılmıştı. Bu heyet bir defa benim odamda toplandı. Fakat çabuk gevşedi.
Cemal Paşa'nın bu koruyucu politikasına, tabii Müslüman etmek müstesna, Halide Hanım pek taraftardı. Bahaettin Şakir ve arkadaşları ise Cemal Paşa'yı suçlandırmakta idiler.
Nerede isyan olursa, Zeytin, Bahçe ve Urfa'da olduğu gibi, şiddetle tenkil edilmiş, fakat tehcir kervanlarına taarruz ettirilmemişti. Adana yolunda kafilelere hücum eden birkaç kişi idam bile edildiler.
Cemal Paşa İstanbul'dan Van harp divanına gönderilen iki Ermeni milletvekilini, Zöhrap'la Vartekes'i kurtarmak için de Talat Paşa ile uzun yazışmalarda bulundu:
- Bunları bırakınız, Lübnan'a göndereyim, hiçbir ziyanı olmaz, diyordu.
Talat Paşa, Zöhrap ile Vartekes'in tehlikede olmadıklarını temin ediyor, yalnız:
- Bir defa mahkemeye gitmeleri lazımdır. Alıkoyamayız, diyordu.
Kumandan son şifreyi Baron Oteli'nin alt salonunda ikisine de gösterdi:
Zöhrap ağlamaya başladı, Vartekes kapı önünde benim boynuma sarılmış:
- Ben ne ise, fakat bu adamı göndermeseler, diyordu. Ve birden yüzüme baktı:
- Bazen içimden eski Vartekes, komitacı Vartekes başını kaldırıyor:
- Sus bre adam, ne olursa olsun, diyor.
"Sonra genç karımı düşünüyorum. Şimdiki miskin Vartekes, eski komitacının belini büküyor."
İkisi de gittiler. Birkaç gün sonra Çerkeş Ahmet ve Nâzım çetesinin Zöhrap'la Vartekes'i yolda öldürmüş olduklarını haber aldık.
Cemal Paşa bunu hazmedemedi.
Çerkeş Ahmet, Mizan gazetesi yazarı, Zeki Bey'in katili olan iki fedaiden biri idi.
Kudüs'e dönmüştük. Bir gün Halep valisinden, galiba Celal Bey, bir şifre geldi. Vali diyordu ki:
"Çerkeş Ahmet Bey'le Nâzım Bey bana geldiler. Suriye'de Ermenilerin korunmakta olduğunu işitiyoruz. Anlaşılan Cemal Paşa'nın bu işe yarar bir adamı yok, bize bıraksın, haklarından gelelim, dediler."
Tam fırsatı idi. Cemal Paşa hemen ikisinin de tevkif olunmasını emretti. Fakat Çerkeş Ahmet'le Nâzım durumu kavramış olduklarından ilk trenle İstanbul'a hareket etmişlerdi.
Cemal Paşa, çılgın, Adana'ya, Afyon'a, şiddetli emirler yağdırıyordu, iki arkadaş İstanbul'a can atmışlardı.
Merkez kumandanına emir verdi: "Bütün mesuliyeti bana ait olmak üzere derhal bu iki adamı eşyalarıyla Şam'a yollayınız."
Merkezi Umumi bırakmıyordu. Talat Paşa ile şifre yazışmaları başladı. Talat Paşa nihayet:
- Bu vesile ile onlardan da kurtulmuş oluruz, kararını vermiş olacaktı.
İki arkadaş Şam'a geldiler. Fakat İstanbul'dan müdahalelerin va aracılıkların eksik olduğu yoktu. Çerkeş Ahmet ve Nâzım'ın eşyaları açıldığı zaman, çantalarında kadın yüzüğü, küpe ve mücevher buldular.
Harp divanının eline mükemmel bir silah geçmişti, bu iki serserinin bir ideal için fedakârlık değil, zengin olmak için cinayet işlemiş oldukları belli idi.
İstanbul'dan iltimas telgrafları yağıyor, Şam Harp Divanı'na sürat emirleri gidiyordu. Harp Divanı yirmi dört saat içinde iki azılının idam kararını verdi ve mazbatasını Kudüs'e yolladı.
Kumandanların böyle idam kararlarını önce yerine getirmek, sonra Başkumandanlığa haber vermek yetkisi olduğunu yazmıştım. Zöhrap'la Vartekes'in katilleri ertesi gün Şam'da asılmıştı.