Türü
Roman
Sayfa Sayısı
119
ISBN
978-975-437-048-5
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Annelere anlatılan kederler taksim değil zarbedilmiş olur
Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir,fakat annelerle değil,annelerle değil.Annelere anlatılan kederler taksim değil ,zarbedilmiş olur: Çoçuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çoçuklarına fazlasiyle iade ederler; böylece keder anadan çoçuğa çoçuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür.
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
163
Baskı Tarihi
2009
ISBN
9753638029
Baskı Sayısı
0. Baskı
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum." Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor.
Yılbaşı
Senenin diğer günlerinden ne farkı sanki? Tabiat onu herhangi bir şekilde ayırmış mı? Ömrümüzden bir sene geçtiğini göstermesi bile o kadar muhim değil; çünkü ömrümüzü senelere ayırmakta insanların uydurması.İnsan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her türlü taksimat sunidir...
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
163
Baskı Tarihi
2009
ISBN
9753638029
Baskı Sayısı
0. Baskı
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum." Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor.
İnsan çok fazla artislik yapmamalıdır
Hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız.Başkasına merhamet etmek ,ondan daha kuvetli olduğunu zannetmektir ki,ne kendimizi bu kadar büyük,ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur...
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
163
Baskı Tarihi
2009
ISBN
9753638029
Baskı Sayısı
0. Baskı
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum." Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor.
Neden Altını Çizdim?
Maria Puder burada bir botanik bahçesini anlatıyor aslında kendisinden bahsediyor ait olmadığı bir yerde yaşamak zorunda olanların dramından.Raif burada Maria'yı çok iyi anlıyor.Maria'nın Berlin'de en sevdiği mekan olan bu botanik bahçesinin ızdırabını bile bile ziyarete gelmesi ile Berlin'de bulunma sebebi olan (ve aynı zamanda bu dünyaya ait olmayan) Maria'ya olan tutkusuyla bir parelellik kuruyor.Dialoğun devamında dikkat edilirse bu seferde Raif botanik bahçesinin müdavimi Maria'ya "Ama siz de bu meraklılardan birisiniz..." diyor.Burada da bence Raif kendisiyle konuşmaya başlıyor.Maria için hissetiği ve sebebini bilmediği tutkuya bir cevap bulmak istiyor fakat bu çabalar nafile sonuç :"Bilmem!" :)
Maria ile Raif'in entarasan dialoğu
"Burası Berlin'in en güzel yeridir..." dedi."Bu mevsimde,ziyaretçisi yok denecek kadar tenhadır...Sonra bu garip ağaçlar bana daima hasretini çektiğim uzak memleketleri hatırlatır...Onların alışıltıkları yerlerden sökülerek buraya getirildiklerini ve böyle sunni tedbirler,ihtimamlarla yaşatılmaya çalışıldığını gördükçe biraz da hallerine acırım.Biliyor musunuz ,Berlin'de senenin ancak yüz gününde hava açık ve güneşli,iki yüz altmış beş gününde kapalıdır.Limonlukların projektörleri ve suni güneşleri bu ağaçların ışığa ve sıcağa alışmış yapraklarını doyurabilir mi?Buna rağmen yaşıyorlar,kurumuyorlar...Ama buna yaşamak denir mi?.. Canlı bir mevcudu kendisine uygun olan iklimden ayırarak,bir kaç meraklının keyfi için bu berbat şartlara tabi etmek bir nevi işkence değil midir?
"Ama siz de bu meraklılardan birisiniz..."
"Evet ,fakat buraya her gelişimde içim derin bir hüzünle doluyor!"
"Ne diye geliyorsun öyleyse?"
"Bilmem!"
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN
Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228
Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
Alim Bir Subay: Miralay Sadık Sabri Bey
Kahire'de çokça görüştüğümüz ve kendisinden istifade ettiğimiz büyüklerimizden biri de Sadık Sabri Bey idi. İskenderiye'de otururdu. Bize Fransızca okutmak için haftada veya on günde bir Kahire'ye yurda gelirdi.
Alim Bir Subay
Miralay rütbesinde iken, kurmay albayken askeriyeden ayrılmıştı. Yalnız asker değil, aynı zamanda bir ilim adamıydı. Arapça, Farsça, Almanca, İngilizce, Fransızca bilirdi. Sultan Abdülhamid devrinin iyi yetişmiş subaylarındandı. Harbiye Mektebi'nde,
Fevzi Çakmak ile aynı sınıfta imişler.
Balkan Harbi'ndeki Raporu
Balkan Harbi'nde Fethi Okyar ile Mustafa Kemal'in idaresindeki yirmi bin kişilik askeri birliğin Bulgar ordusu karşısında hezimete uğraması ve çoğunun şehid düşmesi hadisesi üzerine, Enver Paşa tarafından, meselenin tahkikatı için vazifelendirilmişti. Teftişi sırasında, kumandanların hatalı olduklarını tespit etmiş ve raporunda bunu belirtmişti.
Miralay Sadık Sabri Bey, Balkan Harbi'ndeki bu teftiş hadisesinden sonra, Cihan Harbi sonundaki mağlubiyet üzerine, Anadolu'yu toparlayıp milli bir direnişe hazırlaması için, Sultan Vahdeddin, bir paşayı göndermek istediği zaman, bu işin araştırılmasıyla da vazifelendirilmiş; bu sefer de reyini Mustafa Kemal'in aleyhine kullanmıştı. İşte Mustafa Kemal'le aralarında olan bu muhalefet dolayısıyla, Sabri Bey, daha sonra ordudan ayrılarak Kahire'ye göç etmişti.
Öteki Miralay Sadık
Miralay Sadık Sabri Bey, kendisiyle aynı adı taşıyan ve "Miralay Sadık" diye meşhur olan tarihî şahsiyet ile karıştırılabilir. O Miralay Sadık Bey'in adı Mehmed Sadık idi. İttihad ve Terakki Fırkası'na karşı "İtilâf ve Hürriyet Partisi"ni kurmuştu. 1924'de Yüzellilikler arasına alınmış, Romanya'da yaşamış ve 1940'da Türkiye'ye döndükten, bir gün sonra vefat etmiştir.
Abdülhakim Efendi'nin Sohbeti
Sadık Sabri Bey, fakir, kendisini 1940'da Kahire'de tanıdığımda yetmiş yaşlarında idi. Abdülhakim Arvasî Efendi hazretlerinden tarikat dersi almıştı. Kendisine:
"Efendim, Abdülhakim Efendi'den ders almanız nasıl olmuştu?" diye sormuştuk.
Şu ibretli cevabı vermişti:
Çocuklar, yarın sizin de başınıza gelecek. İnsan yaşlandıkça, daha fazla bir amel ve ibadetle, Allah'a kul olmak istiyor. Sade imanla değil, amelle de yaşamak; ilim ve iman, ilim ve amel, amel ve takva, takva ile irfan... Yani bir yükseliş istiyor. İnsan, ölüme yaklaşırken, Allah'a kavuşmaya yaklaşırken, ibadetten daha bir feyz almak, haz almak istiyor.
Mütareke seneleri idi. İstanbul'da camilerdeki vaazları gezip dinliyordum. Bir zabit arkadaşım: Sabri Bey, bir de seni ben hocama götüreyim, dedi. Beni, Abdülhakim Efendi'nin bir vaazına, sohbetine götürdü. Abdülhakim Efendi, dış dünyadan ziyade, insanın gönül âleminden bahsediyordu. İnsanı insan eden hâller... İnsanın tekâmülü, olgunlaşması... İnsan, dinlerle insan olmuştur. Zira dinler vahiyle gelmiştir. Vahiy, Allahu Tealâ tarafından, peygamberlere veda, emin insanlardır. Kemal-i emniyede, insanlara bu yolun feyzini telkin etmişlerdir. Binaenaleyh, insanı Allah'a götüren yolların en doğrusu, en doyurucusu, en nurlusu, vahiy yoludur, dinlerdir. Dinlerin en etem ve ekmeli, Allah tarafından tam ve kâmil kılınmış, son din olarak gönderilmiş olanı İslâmiyet'tir.
Tasavvuf, İslâm'ın ruhunda vardır. Tasavvuf, insanı insan eden ilimdir... İnsan eden, insan eden... derken, Hoca Efendi, kendini bana sevdirdi.
Münafık Olmaktan Kurtuldum
Beni götüren subay arkadaşım da zaten Hoca'dan ders almış. Cemaat dağılınca, Hoca Efendi bizi devlethanesine götürdü.
"Hem çorba içelim, hem konuşalım." dedi. O sohbette, bana zikir dersi verdi. Verdiği derslerden, çok feyzler aldım. Yıllardır, başıma bu kadar sıkıntılar geldi. Elhamdülillah, o zikirlerle, Allah'ım beni görüyor, duyuyor, koruyor. Tevekkül ettim, sabr ettim.
Evet, gurbette sıkıntılar çektim. Ama bunlar benim hakkımda hayırdır. Eğer orada kalsaydım, yapılan şeylere itiraz edemeyecektim. Belki de birçok günaha girecektim. Allah'ım beni o gibi hallerden kurtardı, çok şükür...
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
163
Baskı Tarihi
2009
ISBN
9753638029
Baskı Sayısı
0. Baskı
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum." Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor.
"Bu böyle olmayabilirdi!"
Kaybedilen en kıymetli eşyanın ,servetin her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor.Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor.Bunun sebebi herhalde ,"Bu böyle olmayabilirdi!" düşüncesi,yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
134
Baskı Tarihi
2011
ISBN
978-975-07-1390-3
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Faruk Duman
Su yoksa, hayat yoksa, aşk da olmaz diyordu. Ben Metin'e üzülüyordum habire. Bu kız onu üzecekti. İstiyordum ki ben üzüleyim. Metin unutsun Hülya'yı, ben seveyim. Çölü değil de evimizin karşısındaki gölü göstereyim ona. Yeşilli, kızıllı dalgaların kıyıya nasıl vurduğunu, böceğin, yılanın nasıl kıvrandığını anlatayım. Sazan çıkar, levrek iner dibe. Sonra bıyıklı, güngörmüş bir balık suyun kabuğundaki sineklere diker gözlerini. "Tanrım," der. "Suyun öbür yüzü de bu kadar delidolu mu?" Hülya istese beni daha çok sever Metin'den. Çünkü Metin çöllere dönmüş yüzünü.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
128
Baskı Tarihi
2007
ISBN
9759960834
Baskı Sayısı
0. Baskı
"Önceden söyleyebilecek bir sözüm yok... Söylenmesi gereken ne varsa söylemeye çalıştım. Bu benim gibi biri için çok kolay değil. Bir çırpıda anlatmaya çalıştım her şeyi. Durup düşünürsem anlatmaktan vazgeçebilirdim. Bazı şeyleri, anlatmaktan ötürü de pişman olacağımın farkındayım. İnsan, duygularının apaçık bir biçimde başkalarınca bilinmesini istemez sonuçta. Bir öykü kahramanı olmanın rahatlığına bırakıyorum kendimi...Samimi bir dille yazılan ve ruhlarınızı okşayacak "Ve Sen Kuş Olur Gidersin" kusursuz bir eser."
İnsan tamamlanmamış bir cümledir.
Hevesleri, beklentileri, erteledikleri, kursağında kalmış kelimeleri, kaçırılmış bakışları, gizledikleri, bitirilmemiş mektupları, susuşları ve istemsiz veda edişleriyle tamamlanmamış bir cümledir insan.
Son anda binmekten vazgeçtiği bir otobüs, suskun kalınmış bir telefon araması, sinemada yanında duran boş koltuğa bakış...
Tamamlanmamış bir cümledir insan.
Yalnızlığıyla bile bir araya gelemeyecek kadar ıssız...
Bütün bunlara rağmen hayat, yine de anlamlı bir cümle kurabilme isteğidir.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
117
Baskı Tarihi
Eylül 2011
Yazılış Tarihi
2010
ISBN
978-975-996-281-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri.
Şehrin ötekileri yani.
Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs.
Karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani. Tarık Tufan, “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak” kitabında her şey hızla akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.
Yani bir gemiyle gitmeli insan.
Ayağı toprağa değdikçe uzaklaşamaz insan. Şehirlerden geçtikçe uzaklaşamaz. Çünkü şehir, bir hatırlama biçimidir. Her şehir, içinde bir hatırayı canlandıracak fotoğraflar taşır.
......
Şehirlerde bıraktığın her iz, geri dönmek için bir yol işaretidir.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
117
Baskı Tarihi
Eylül 2011
Yazılış Tarihi
2010
ISBN
978-975-996-281-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri.
Şehrin ötekileri yani.
Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs.
Karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani. Tarık Tufan, “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak” kitabında her şey hızla akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.
Oysa aşk, masa üstündeki kurmalı saattir.
Ezber cümlelerin, ezber duyguların içinde aktığını varsayarken, gerçekte sevgilinin kalbine dokunmak gerektiğini unutuyor insan.
Modern hayat; otomatiki mekanik, tekdüze, tek sesli, naylon, kokusuz, steril, tek frekanslı aşkları dayatıyor hepimize.
Oysa aşk, masa üstündeki kurmalı saattir. Gözlerine bakmayı, ellerine dokunmayı gerektirir.