Türü
          Hatırat
              Sayfa Sayısı
              712
          Baskı Tarihi
              2010 Mayıs
          Yazılış Tarihi
              1968 Mart
          Baskı Sayısı
              0. Baskı
          Basım Yeri
              İstanbul
          Editörü
              Dursun Çimen
          Atatürk'ün tekke hatırası
Çoçukluğunu ve gençliğini yakından bilen Kılıçoğlu Hakkı bana yazdığı mektupta der ki "Ailece pek yakındır.Zübeyde Mollayı ikinci defa kocaya veren benim büyük kaynatam şeyh Rıfat efendidir.Mustafa Kemal tatillerde Selanik'te sılaya geldiği vakit büyük kaynatamın tekkesine gelir,ayin günlerinde dervişler halkasına katılarak huuuu huuu,diye kan ter içinde kalıncaya kadar döner , dururmuş.
      
              
              Türü
          Hatırat
              Sayfa Sayısı
              384
          Baskı Tarihi
              2005
          Yazılış Tarihi
              1982
          ISBN
              975-00125-1-8
          Baskı Sayısı
              1. Baskı
          Basım Yeri
              İstanbul
          Editörü
              Halil Açıkgöz
          Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.
      
    Türü
          Hatırat
              Sayfa Sayısı
              393
          Baskı Tarihi
              Kasım 2007
          Yazılış Tarihi
              1992
          ISBN
              9944-125-03-2
          Baskı Sayısı
              3. Baskı
          Basım Yeri
              İzmir
          Editörü
              Şeref Yılmaz
          Yazan: AHMED ŞAHİN
Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228
Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
      
    Tekkeler ve Medreseler
Dedemin, tekkelerin ve medreselerin kapatılmasına dair şu sözlerini de hatırlarım:
"Allahu Teâlâ zulm etmez. Kul, başına gelecekleri hak eder. Cenab-ı Hak, bir nefis kendisini değiştirmeden, onun hâlini değiştirmez. Ona ceza vermez. Çünkü Âdil-i Mudak'tır. Demek ki, yapılan bu inkılâplara, bu darbelere, bu millet müstehak olmuştur...
Dergâhlar böyle lâubali oldu. Medreselerde, bir tulum peynir, bir teneke yağa, talebe sımf geçti... Çocuk babasının yanında köyde çalışır, ama rüşveti yiyen hoca çocuğu medreseye devam etmiş gösterir, sımf geçirir... İşte bu gibi lâubalilikler, lâkaydlıklar başımıza bu cezaları getirdi. Çektiklerimiz, amellerimizin cezasıdır..."
Hakikaten tekkeler de medreseler de ne yazık ki, bozulan millî ahlâk ve zayıflayan devletie birlikte değişip asıl hizmet ve vazifelerini yapamaz olmuşlar. Bu yüzden Tanzimat'tan beri "medreselerin ıslâhı" meselesi
konuşulur olmuş... Fakat umumî çöküş arasında bu müesseseler de bir türlü toparlanamamışlar.
"Islâh-ı medâris" bahsi son zamanlara kadar gündemde kalmıştır. Hatta Konya'da Meşrutiyet devrinde kurulan ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'nin, çok beğendiği için, oğlunu ta İstanbul'dan tahsil için gönderdiği yeni medrese teşkilâtının adı da bu sebeple "Islâh-ı Medâris" olarak seçilmiştir.
      
              
               
 
