Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
103
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1972
ISBN
9789757013020
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Edebiyat Dergisi Yayınları
Kuşluğa doğru, uçak Ankara'dan kalktı. Hala, alandaki arkadaşlarımın ellerini tutuyormuşum, sanıyorum. Yolcuların çoğunluğu Türk. Aşağısı Trakya ve Balkanlar. Buralar da bizim yurdumuzdu, Türkiye'nin toprakları içindeydi. Üç yüz yıldan artık bir süre bizim olan, uygarlığımızın bir parçası olan buraları kolay kolay bırakmamalıydık. Trakya, tarihi bir soru olarak yeni kuşaklara öğretilmeli, yeni kuşaklardan, bu sorunun mutlaka cevabını bulmaya uğraşmaları istenmilidir. Trakya'yı nasıl yitirdik? Sorusu uçağın içinde durmadan çınlıyor. Batı üstüne, şimdiye değin çok okuduk.

sadece bir kelimedir Amerika

Heryerde kelime arıyorum; tüfeklere sürülü kurşunlar gibi ağır. Ama, onlar gibi öldürücü değil. Eiffel kulesi kurşuna dönüşse, basımevinde eritilse, kaç kelime olurdu, diye düşünüyorum. Örneğin, sadece bir kelimedir Amerika.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İz Yayıncılık
Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma çabasıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendileriyle gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram... Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini göreceksiniz...

Tuhaf bir kader

Ama savaşarak neyi ortadan kaldırmak istemişlerse, savaştan sonra o gelmişti. Tuhaf bir kader.

Psikolojik Müslümanlık

Yani sadece psikolojik müslümanlık, sadece sosyolojik müslümanlık veya sadece tarih içi müslümanlık yetmez. Her müslüman önce, kendi iç dünyasında müslüman olmalı, fakat ondan ayrılmaz bir şekilde toplum içinde ve toplum halinde de müslüman olmayı idrak etmeli. Ve nihayet bu psikolojik ve toplumsal muhtevaya mutlaka tarih şuurunu da eklemeli.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
349
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1974
ISBN
975-470-580-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut Ali Meriç
Umrandan Uygarlığa zengin bir birikimin ürünü olan denemelerden oluşmaktadır. Bu ülke ile aynı yıl yayımlanan bu kitap öncelikle Umran kavramına ışık tutuyor. Cemil MERİÇ kitabı 5 ana bölüme ayırmış bölümlerin başlıkları ise şöyle 1-)Çağdaş Uygarlık Düzeyi 2-)Medeniyetin Ölümü 3-)Araftakiler 4-)İdeoloji 5-)Traduttore Traditore ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİ Yunan mucizesi başlığını attığı ilk konusunda Avrupa’nın bizi nasıl tanıdığını tespit ederek başlar. Yazar der ki: Bütün Kur’anları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde biz yine de OSMANLIYIZ. Osmanlı, yani İslam.

Hangi Yunan?

Hasan Ali: "Edebiyatımızda en eski medeniyetlere beşik olmuş Anadolu'nun eski sakinlerine ilk akrabalık duyan ve duyuran, Yakup Kadri oldu. Şimdi Sabahattin Eyüboğlu'nda ve onunla beraber pek çok gençlerimizde gördüğümüz Anayurt Anadolu'yu payen geçmişiyle beraber yaşayarak benimseme fikri, köklerini burda bulur" diyor. Kısaca: gönülleri çağdışı kalmaya razı olmayan garpperest aydınlarımız Yunan'dan fazla yunancı kesilirler, hocalarına parmak ısırtacak kadar yunancı. Ama, Balkan Savaşı kopmak üzereymiş, Avrupalı dostları hasta adamın mirasını bölüşmek için sabırsızlanıyorlarmış, onlara ne! Dava: ne pahasına olursa olsun Osmanlıyı yıkmak. Medeniyet bunu icap ettirmiyor mu? Efendileri yalanını söyleyecek? Kendine yeni cedler arayan kibar intelijansiyamız, elbette ki Yunan'ı Moğol veya Hun'a tercih edecekti. İhtiyar bir medeniyet, düşmanlarının tasviyesine uyup intihara hazırlanırken dost bir ses Yunan efsanesini temelinden çatırdatıyor ve uyanın diye haykırıyordu bize. Yunanperestlik, Truva'ya sokulan at. İlmin sesiydi bu, haysiyetin, şuurun sesiydi. Devleştirilen Yunan-ı Kadim'i hakiki buutlarına irca ediyor ve bütün bir husumet dünyasına. karşı hakkın müdafaasını yapıyordu; hakkın, yani Osmanlının. Her Türk aydınının dikkat, ibret ve hürmetle okuması gereken bu eserin adı: Les Grecs a Totues les Epoques, 1870'de üçüncü baskısı yapılmış. Kim yazmış, bilmiyoruz. Kendini "eski bir diplomat" olarak tanıtan bir vicdan. Kitabın ayırıcı vasıfları: cihanşümul bir kültür, mutlak bir tarafsızlık .. Mukaddimeyi okuyalım: "Bir kavim ki, fertleri de, devletleri de çapulculukla palazlanmış. Hor görmüş alın terini. Haklıyla haksızı, iyiyle kötüyü ne yönetenler umursamış, ne yönetilenler. Yalnız kaba kuvvet saygı görmüş o ülkede. Medeniyetin en parlak devrinde ahalisinin kırkı köle biri hür. Genç sefihlerle, kart fahişeler baştacı. Her yıl tanrılara insanlar kurban edilmiş; binlerce çocuğun kanına girilmiş her gün. Bir kavim ki, bütün meziyetlere düşman: kabiliyete, asalete. servete ... Kah paralı asker, kah haydut. .. Amacı tek: yağma. Her hayasızlığı tanrılaştıran bu kavim üç şeyde birinci: kibirde, yalanda, fuhuşta. Ama bu meziyetlerini (!) öyle ustaca kullanmış, öyle pazarlamış ki, iki bin yıl tarihin baş köşesine oturtulmuş ... İnsanlık, en rezil çocuğuna düşkün çılgın bir anne. Roma, bu delice sevginin ilk sorumlusu. Kıyıcılıktan başka hüneri olmayan cahil ve kaba Romalılar: Yunan'ın ahlaksızlıklarını kemalin son mertebesi sanmışlar. Örnek almışlar Yunanlıları: Messalına Lamia'yı gölgede bırakmış, Neron Demetrius'u, Heliogabalus Alkibiyades'i.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Ruhun Allah'a varmasında takip edilecek en iyi yol matematikten mi geçer?

Pitagoras ruhun Allah'a varmasında takip edilecek en iyi yolun felsefe olduğunu söylemiştir. Pitagoras ve onu takip edenlerin felsefede matematiği temel almaları bu görüşe çok uygun düşmektedir, zira matematik hiçbir konkre veya ampirik karşılığı bulunmayan kavramlar kullanmakta ve bunlarla harikulade bir dünya inşa edebilmektedir. Sâf (pure) matematiğin dünyası tabiat ilimleriyle uğraşanların karşılaştığı dünyadan hem mükemmel, hem güzeldir ve orada yeni hakikatlerin keşfi gerçekten insanı tarifsiz bir haz içinde bırakabilir.

Sayfa Sayısı
260
Baskı Tarihi
2005
ISBN
975-8740-11-3
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Klasik
Mütercimi
Fatmanur Altun Rıfat Ahmetoğlu
Aliya, inasnın evrensel sorunları üzerine düşünen müslüman bir mütefekkir, baskılara boyun eğmeyen bir özgürlük savaşçısı, halkının bağımsızlık savaşına öncülük eden bir lider, askeri ve diplomatik alandaki başarılarıyla devlet kurmuş bir önderdir. Bu kitap, Aliya'nın çok farklı ortamlarda yaptığı konuşmalardan oluşuyor. Konuşmalar bir lider ve düşünür olarak Aliya'nın anlaşılmasına önemli bir katkı yapmakla kalmıyor, yirminci yüzyılın sonunda yaşanan insanlık trajedisinin ve bunun sorumlusu olan bir 'dünya sistemi'nin doğru okunmasına da hizmet ediyor.

Bosna Direnişi Mucizesi

Bu savaş, sıradan insanların gerçek büyüklüklerini bize gösterdi. ("Komuta Merkezindeki Ahlâk Yönetimi Semineri", Saraybosna, DDom Ljiljana, 9 Aralık 1993)

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İz Yayıncılık
Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma çabasıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendileriyle gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram... Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini göreceksiniz...

Biz, hüzün peygamberinin ümmetiyiz

Çocuk bağdan dönmüştür, şimdi, dedesinin solmuş, kurumuş çiçek bahçesinde gezinmektedir. Dede, pırıl pırıl yanan gözleriyle torununun kafasını okşuyor. Evet diyor çocuğa, bu senin dediğini anlamak için bütün bir ömür harcamak gerekir. Ağlamak.. yalnız gözyaşı dökebilen insan anlayabilir bazı şeylerin hikmetini Ama insan her zaman ağlayamaz, diyor çocuk. O zaman da ağlar gibi durmak gerekir. Çocuk, anlayarak bakıyor dedesinin söylediklerine. Biz, hüzün peygamberinin ümmetiyiz diyor dede.. ağlayabilenler ağlar, ağlayamayanlar ağlar gibi yapar. Ne güzel, diyor çocuk dedesinin başı üzerinde gezinen kuru parmaklarını yoklayarak ve ağlar gibi durup, dedesine bakarak.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
147
Baskı Tarihi
2011
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-975-8740-90-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Klasik
Editörü
Semih Atiş
Bu kitabın amacı İslâm-Osmanlı-Türk entelektüel tarihine ilişkin bir okumanın nasıl yapılabileceğini bir beyit üzerinden göstermeye çalışmak; edebî ve meşhur bir beyit olduğu için de, elden geldiğince, geniş bir kesimle irtibat kurabilmektir.

Kesinliğinden kuşkulanmayacağımız bir tutamak, bir ölçüt arayışımız

(...) ilim, kadîm meşşaî gelenekte, aynı zamanda, illet'in bilgisi anlamına gelir; çünkü bilmek, özü, tanımı, orta-terimi ve illeti bilmektir. O kadar ki, Nasireddin Tûsî, İbn Sînâcı olmak ile olmamak arasındaki farkı, illet kavramına verilen yerin ve üzerine yapılan vurgunun belirlediğini bile söyler. Tam bu noktada, yani "ilmin orta-terimi, illeti bilmek" demek olduğu noktası üzerinde durulmalıdır. Varlık ve var-olan hakkında yakînî, kesin, doğru, hakikî bilgi üretmek için şart olan bu noktada, İbn Sînâcı gelenekte, kesinliğin garantisini faal akıl ve onunla girilen ittisal ilişkisi sağlıyordu; çünkü mahiyetin, illetin, orta-terim'in saf hâlleri oradaydı [Elbette burada denilmek istenilen tek tek mahiyetlerin mevcudiyetleri değildir]. Mümkinât dünyasında insan, ihsâsıyla (iç ve dış ihsâs/duyular) mahsûsu makûl hâle getiriyor; elde ettiği sureti, mahiyeti, orta-terimi, faal akıl ile, tecrîd sürecinin sonunda ittisal ederek, bir tür, onaylatıyordu. Ayrıntılara girmeden kısaca şu denilebilir: Bu sürecin, dolayısıyla ilmin, husulünde insanın bilişsel/kognitif yapısının yanında, faal akim tasdiki de şarttı. Bu nedenle insan zihninde hasıl olan sûret'in hem mümkinât dünyasındaki mevcûd ile hem de faal akıldaki asıl ile mutabakatı, ilmin kesinliği, yakînîliği açısından zorunludur. Burada, dikkat edilirse, amaç, varlık ve var-olan hakkında kesin bilgi elde etmek¬tir; öyleyse sorun bu kesinliği sağlayan şeyin ne olduğunu bilmektir. Eflâtunun ideaları, Aristoteles'in tekillerde içkin tümelleri, İbn Sina'nın akl-ı faal'i, aslında, değişken olanda değişmeyen öğeyi bulma; başka bir deyişle, değişmenin kaynağını, maddî olanı tecrîd edip saf subûtiyetin ideal noktası manaya ulaşma çabasıdır. İbn Sînâ, Talîkât'ında, "illet sabittir" derken, ilmi de söz konusu illeti bilmekle özdeşleştirirken, aslında ilmin de, bir kere elde edildikten sonra, değişmeyen bir şey olduğunu vurgulamak ister gibidir. Şuna da hemen işaret etmeliyim ki, başta tabiat hakkında olmak üzere, varlık ve varolanlar hakkında kesin bilgi arayışının en temel nedeni, hayatta o bilgiye göre eylemektir. Dolayısıyla insan kendine ilk çağlardan bu yana, iyi, doğru ve güzel yaşamak için kesinliğinden kuşkulanmayacağı bir tutamak, ölçüt arayışına girmiştir.