Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
147
Baskı Tarihi
2011
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-975-8740-90-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Semih Atiş
Bu kitabın amacı İslâm-Osmanlı-Türk entelektüel tarihine ilişkin bir okumanın nasıl yapılabileceğini bir beyit üzerinden göstermeye çalışmak; edebî ve meşhur bir beyit olduğu için de, elden geldiğince, geniş bir kesimle irtibat kurabilmektir.
İlim teriminin Fuzulî'nin mensup bulunduğu kadîm hikemî kültüründeki mânâsı
Terim olarak ilmin ise, Fuzulî'nin mensup bulunduğu kadîm hikemî kültürümüzde pek çok anlamı mevcuttur. Bu anlamları, içeriklerine fazla girmeden şöyle sıralayabiliriz. Öncelikle ilm, yaygın ve birlikte kullanılan üçlü bir anlama sahiptir: (i) idrâk, (ii) mesâil(araştırma soruları/ sorunları) ve (iii) meleke(sürekli/kalıcı yetenek). Bu üçlünün yanında, yine birlikte kullanılan, yer yer bir önce¬kiyle çakışan, beşli bir anlamı daha vardır: (i) mesâil, (ii) tasdik bi-el-mesâil(sorulara/sorunlara ilişkin yargı), (iii) meleke bi-el-mesâil(sorulara/sorunlara ilişkin yetenek), (iv) mevzû(konu) ve (v) mısdakı dördünü muhtevi küllî mefhum (ilk dört anlamı içeren tümel kavram). Öte yan-dan, ilm'in meşşaî filozoflarca verilen, "hudûr/husûl suret el-şey inde/fî el-akl"(Akıl'da hasıl olan şey'in sureti) ya da "intiba' suret el-şey fî el-akl"(Akıl'da şey'in suretinin izlenimi) gibi yaygın bir tanımı söz konusudur. Bu tanımda bile İbn Sînâcı düşünürler arasında ayrıntıda pek çok tartışma mevcuttur. Kelamcılar ise, bu tanıma, ortaya çıkardığı vucûd-ı zihnî(zihnî varlık) sorunundan dolayı karşı durmuşlardır. Elbette bu durumun, sûret'in, dolayısıyla vucûd-ı zihnînin meşşaî kozmoloji-metazifikteki akl-ı faal ve ittisal sorunuyla ciddi bir ilişkisi vardır. Bu çerçevede, daha üst bir kavramsallaştırma olan, mahiyetin/suretin üçlü, mutlak(lâ-bi-şart-şey), mücerred(bi-şart-lâ-şey/soyut) ve muhtelit(bi-şart-şey/karışık) bölümlemesiyle de hesaplaşılması gerekir. İlm kavramının ayrıca, kadîm felsefedeki mekûlât(kategori) anlayışına göre verili tanımlarıyla da karşılaşılır: İlm muhtelif okullar arasında ya keyfiyet(nitelik) ya izâfiyet(görelilik-ilişki) ya da infial(edilgi) kategorisinden kabul edilir; bu da pek çok değişik ilm anlayışını üretir. Nitekim, özellikle, meşşaî kozmolojinin tadil edildiği ve faal akıl vurgusunun zayıfladığı ortamda, XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, İslâm Medeniyetinde ilmin tanımı konusunda çeşitli risalelerin yazılması bu arayışın şiddetine işaret eder.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma çabasıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendileriyle gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram... Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini göreceksiniz...
İnsanlar, Sevgi ve Nefret
İnsanlar aslında birbirini tanımadıkları için severler... Tanıdıktan sonra nefret ederler birbirlerinden..
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
147
Baskı Tarihi
2011
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-975-8740-90-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Semih Atiş
Bu kitabın amacı İslâm-Osmanlı-Türk entelektüel tarihine ilişkin bir okumanın nasıl yapılabileceğini bir beyit üzerinden göstermeye çalışmak; edebî ve meşhur bir beyit olduğu için de, elden geldiğince, geniş bir kesimle irtibat kurabilmektir.
İlim
Fazla teknik açıklamalara boğmadan, ilm kavramının hem köken(etimolojik) hem de terim anlamını belirlemeye çalışalım. İlm, Arapça'nın ortaya çıktığı coğrafyanın doğasına uygun olarak, çölde yolunu bulmak için bedevinin koyduğu (aynı kökten gelen) alâmetleri birleştirmesidir (akl etmesidir=bağlamasıdır). Türkçemiz için de benzer bir durum söz konusudur: Bilgi, ilmek, ilemek, ilik, iliklemek, ilmik, ilgi gibi sözcüklerin de gösterdiği gibi, Türkçe'nin ortaya çıktığı coğrafyaya uygun olarak, bozkırda konulan işaretlerin(ilmiklerin), 'B' harfinin toplayıcılığı imlediği üzere, b-irleştirilmesi, b-ir araya getirilmesidir. Dikkat edilirse, hem ilim -çünkü tüm alâmetlerin birliğidir- hem de bilgi -çünkü tüm ilmiklerin birliğidir- tümel olmayı da içerir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma çabasıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendileriyle gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram... Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini göreceksiniz...
İçinizdeki İslam'ı gösterin
İçinizdeki İslam'ı gösterin. Çünkü İslam sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslam açık. İman kalbdedir, İslam zahirde. İslam şeriatsa, şeriat amellerinizde görünmek ister.
Sayfa Sayısı
260
Baskı Tarihi
2005
ISBN
975-8740-11-3
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
Fatmanur Altun Rıfat Ahmetoğlu
Aliya, inasnın evrensel sorunları üzerine düşünen müslüman bir mütefekkir, baskılara boyun eğmeyen bir özgürlük savaşçısı, halkının bağımsızlık savaşına öncülük eden bir lider, askeri ve diplomatik alandaki başarılarıyla devlet kurmuş bir önderdir.
Bu kitap, Aliya'nın çok farklı ortamlarda yaptığı konuşmalardan oluşuyor. Konuşmalar bir lider ve düşünür olarak Aliya'nın anlaşılmasına önemli bir katkı yapmakla kalmıyor, yirminci yüzyılın sonunda yaşanan insanlık trajedisinin ve bunun sorumlusu olan bir 'dünya sistemi'nin doğru okunmasına da hizmet ediyor.
Bosna Direnişi Mucizesi
Görüyorsunuz işte; bu sıradan bir savaş değil. Bize yapmak istedikleri sıradan bir işgal değildi. Bu, bir ülkeyi ve halkı, bir daha asla var olmamak üzere ortadan kaldırma teşebbüsü idi.
("Komuta Merkezindeki Ahlâk Yönetimi Semineri", Saraybosna, DDom Ljiljana, 9 Aralık 1993)
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
103
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1972
ISBN
9789757013020
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Kuşluğa doğru, uçak Ankara'dan kalktı. Hala, alandaki arkadaşlarımın ellerini tutuyormuşum, sanıyorum. Yolcuların çoğunluğu Türk.
Aşağısı Trakya ve Balkanlar. Buralar da bizim yurdumuzdu, Türkiye'nin toprakları içindeydi. Üç yüz yıldan artık bir süre bizim olan, uygarlığımızın bir parçası olan buraları kolay kolay bırakmamalıydık. Trakya, tarihi bir soru olarak yeni kuşaklara öğretilmeli, yeni kuşaklardan, bu sorunun mutlaka cevabını bulmaya uğraşmaları istenmilidir. Trakya'yı nasıl yitirdik? Sorusu uçağın içinde durmadan çınlıyor. Batı üstüne, şimdiye değin çok okuduk.
Buralar da bizim yurdumuzdu
Aşağısı Trakya ve Balkanlar. Buralar da bizim yurdumuzdu, Türkiye'nin toprakları içindeydi. Üç yüz yıldan artık bir süre bizim olani uygarlığımızın bir parçası olan buraları kolay kolay bırakmamalıydık. Trakya, tarihî bir soru olarak yeni kuşaklara öğretilmeli, yeni kuşaklardan, bu sorunun mutlaka cevabını bulmaya uğraşmaları istenmelidir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma çabasıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendileriyle gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram... Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini göreceksiniz...
Dışı kâfire benzeyen insanın içi de ona benzemeye başlar.
Dışı kâfire benzeyen insanın içi de ona benzemeye başlar.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Prof.Dr. Adnan Demircan
Hz. Ali'nin Konuşmaları, Mektupları ve Hikmetli Sözleri
(Eş-Şerif er-Radi 'nin derlemesi ile)
İnsanlar
Biliniz ki (muttakiler dışında) insanlar dört gruptur.
Bazısını fesat yapmaktan ancak nefsinin adiliği, silahının körleşmesi ve malının azlığı alıkoyar.
Bazısı kılıcını çekmiş; şerrini ilan etmiş; atlılarını ve piyadelerini toplamıştır. Ele geçireceği bir mal, önderlik edeceği bri atlı birliği veya yükselteceği bir minber için kendini şart koşmuş; dinini helak etmiştir. Dünyayı nefsine ve Allah katında nail olacağına karşılık bir bedel olarak düşünmen ne kötü bir ticarettir!
Bazısı dünyayı ahiret ameliyle ister de ahireti dünya ameliyle istemez. Kendisini alçak gönüllü göstermeye çalışır, adımlarını yakın atar, elbisesini sıyırır, emanet için nefsini süsler. Allah'ın örtüsünü Allah'a isyana vesile kılar.
Bazısını ise nefsinin zayıflığı ve sebebinin kesilmesi iktidarı istemekten uzaklaştırmıştır. Böylece hal, onu kendi durumuyla sınırlamıştır. Kanaatin adıyla süslenir ve züht ehlinin elbisesiyle ziynetlenir. Bundan dolayı ne gece ziyaret edilecek ne de gündz uğranılacak kimse olur.
Bunların dışında, dönülecek yerin hatırlanmasının bakışlarını indirdiği ve kıyamet korkusunun gözyaşlarını akıttığı adamlar kaldı. Onlar, bazen cemaatten ayrılıp yalnız yaşayan, bazen mağlup olan bir korkak, bazen ağzı bağlı bir suskun, bazen samimi bir isteyen ve bazen de acılı bir üzgündürler. Takıyye, onların bilinmesini engellemiş, zillet onları kapsamıştır. Onlar tuz denizindedirler. Ağızları suskun, kalpleri ise yaralıdır. Usanıncaya kadar kendilerine nasihat edilmiştir. Hor görülünceye kadar zorlanmışlar, azalıncaya kadar öldürülmüşlerdir. Dünya, sizin gözünüzde akasya zamkının posasından ve yün kırpıldığında ortaya çıkan artıktan daha değersiz olsun!
Sizden sonra gelenler sizden ders almadan önce, siz kendinizden önce yaşayanlardan ders alın. Dünyayı yererek terk edin, o kendisine sizden daha fazla bağlı olanları terk etmiştir!
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
Eski Yunan'da Mistisizm
Eski Yunan'da mistisizmin dini bir kaynağı vardı, fakat sonra bunu daha çok filozoflar geliştirmişlerdir. Eflatun'daki mistik fikirlerin -özellikle Phaedon diyalogunda görüldüğü şekliyle- Pitagoras'tan geldiği ve Pitagoras'ın da Orfeus dininin tesiri altında bu fikirlere vardığı kabul edilir. Batı dünyasında mevcut kaynaklardan takip edebildiğimiz ilk mistik düşünce Pitagoras'da (Milad'dan önce altıncı yüzyıl) görülmektedir. Pitagoras bir tarikat kurmuştu ve orada müridlerine bu dünyanın geçici ve aldatıcı olduğunu, ruhun burada hapishane hayatı yaşadığını, ancak -görünmeyen- bir Tanrı ile mistik birlik kurmak sayesinde ruhun kurtulacağını öğretiyordu. Bu fikirler Yunan dünyasına dışarıdan, din yoluyla girmiştir.
Eski Yunan dininde, Homiros'un anlattığı şekliyle Olimpia tanrıları en önemli yeri işgal ediyorlardı. Bunların insanlardan asıl farkı ölümsüz olmaları ve insanüstü bazı güçlerinin bulunmasıydı. Sonraki çağlarda Tanrı Diyonizos (Bacchus) etrafında mistik bir din gelişti ve filozoflar üzerinde çok etkili oldu. Diyonizos, Olimposlu tanrılar ailesinden biri değildi; o kuzeydeki Trakyalıların bereket tanrısı idi. Bereketin üzüm ve şarap halinde ortaya çıkması Diyonizos'a yapılan ibadette başlıca temeldi. Nitekim Baküs ayininde coşup kendinden geçmeyi ifade eden kelime, Tanrı'nın insana hulül etmesi, insan ile Tanrı'nın bir oIması manasına geliyordu. Baküs dininin en önemli şahsiyetlerinden biri, Tanrı mı yoksa insan mı olduğu pek anlaşılmayan Orfeus'tur. Onunla birlikte bu dinde önemli bir reform yapıldığı görülüyor ki, reformun temel unsuru şarap içerek kendinden geçme yerine, zühd sarhoşluğunun gelmesidir. Orfeus dininin mensupları şarabı sadece sembol olarak kullanıyorlar, Tanrı ile bir olmanın verdiği sarhoşluğu arıyorlardı. Onlara göre insanın ilahi bir menşei vardı; insan bu dünyaya değil yıldızlar dünyasına aittir. İnsanın ruhu konusunda da Yunanlılar'a yepyeni bir anlayış getirmişlerdi, Ruh artık eskiden zannedildiği gibi insanın şeffaf bir kopyesi değildi, insanın bedenine hapsolmuş ilahi bir varlıktı, Ruh dünyada bedene girmekle bir çeşit ceza çekiyordu; fakat bu cezanın daha da kötüsü ruhun insandan sonra bir hayvan veya bitki bedenine bürünmesiydi. Böylece daha korkunç cezalara müstahak olunabilirdi. İşte Orfus dini insan ruhunu bu devamlı "doğu çarkı"ndan kurtarmak ve ilahi menşeine geri götürmek, yani Allah'a kavuşturmak gayesini güdüyordu.
Diyonizos ve Orfeus dininin o çağda Hindistan'da görülen dinle çok sıkı bir benzerliği olmakla birlikte bu benzerliğin nasıl doğduğu hakkında sağlam bir bilgimiz yoktur. o tarihte Yunan'ın Hindistan'la hiçbir münasebeti yoktu; belki de bu yüzden bazı yazarlar Orfeus dininin Mısır tesirinde geliştiğini söylemektedirler. Eski Yunan felsefesi üzerinde başlıca otoritelerden biri olan J. Burnee'e göre eski Mısır dini ile Orfik din arasındaki benzerlikIer sonraki tarihlerde Mısır dini üzerinde yapılan yorumlardan (yani yakıştırmalardan) gelmektedir. Hind tesirine gelince, bunun da bilinen bir vasıtası yoktur. Pek muhtemelen Trakya'da da, Hind'de de görülen unsurlar, iki tarafa da ortak bir kaynaktan geçmiştir ki, bu ortak kaynak İskitler'dir!
Orfeus dini, ruhun kaybettiği birliğe tekrar kavuşabilmesinin ancak birtakım "arınma" hareketleriyle mümkün olduğu fikrini getirdi. Bu dinde herşeyden önce bir zühd hayatı yaşayarak ruhu "temizlemek", onu Tanrı ile birliğine kavuşturabilmenin başlıca şartı idi. Fakat onların Yunan felsefesine ve oradan daha başka dini düşünce tiplerine yaptıkları asıl tesir, amprik veya aklı bilgi yanında, mistik bilgi diye başka bir bilgi türü ortaya atmaları idi. Hatta bu bilgi vasıtasız olmak dolayısiyle (yani araya mantıki düşünce girmediği için) öbür bilgiden daha üstündü ve hakikatin görüntüsünü değil, doğrudan doğruya kendisini veriyordu. İşte bugünkü bilgimize göre, mistik düşünce bir bilgi metodu olarak Yunan felsefesine Pitagoras vasıtasıyla girmiştir ve Pitagoras, Orfik dinin başlıca reformcusu olarak bilinir.
Profesör Burnet'e göre Orfeus dini böylece felsefeye tesir etmiş, fakat ona belli bir doktrin aşılamamıştır; çünkü bu dinin kendisi belli bir doktrin bütünlüğüne sahip değildi. Nitekim onun getirdiği kalıba herkes istediği yorumu doldurabilmiş, bu arada Pitagoras ruhun Allah'a varmasında takip edilecek en iyi yolun felsefe olduğunu söylemiştir. Pitagoras ve onu takip edenlerin felsefede matematiği temel almaları bu görüşe çok uygun düşmektedir, zira matematik hiçbir konkre veya ampirik karşılığı bulunmayan kavramları kullanmakta ve bunlarla harikulade bir dünya inşa edebilmektedir. Saf (pure) matematiğin dünyası tabiat ilimleriyle uğraşanların karşılaştığı dünyadan hem mükemmel, hem güzeldir ve orada yeni hakikatlerin keşfi gerçekten insanı tarifsiz bir haz içinde bırakabilir."
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
349
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1974
ISBN
975-470-580-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Mahmut Ali Meriç
Umrandan Uygarlığa zengin bir birikimin ürünü olan denemelerden oluşmaktadır. Bu ülke ile aynı yıl yayımlanan bu kitap öncelikle Umran kavramına ışık tutuyor.
Cemil MERİÇ kitabı 5 ana bölüme ayırmış bölümlerin başlıkları ise şöyle
1-)Çağdaş Uygarlık Düzeyi
2-)Medeniyetin Ölümü
3-)Araftakiler
4-)İdeoloji
5-)Traduttore Traditore
ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİ
Yunan mucizesi başlığını attığı ilk konusunda Avrupa’nın bizi nasıl tanıdığını tespit ederek başlar. Yazar der ki: Bütün Kur’anları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde biz yine de OSMANLIYIZ. Osmanlı, yani İslam.
Osmanlı aydını için, sular altında kalan bir kıtaydı eski Yunan!
Geçen asrın bütün Türk düşmanları Helenizm bayrağı altında toplanırlar, Yunan yüceltildikçe, Osmanlıya karşı duyulan husumet de kabarır, Yunancılık bir baştan bir başa sarar Avrupa'yı. Bu yeni mezhep, İngiliz'le Rus'u, Alman'la Fransız'ı kaynaştırır, Byron'ın hayatına malolur bu karasevda, Hugo'ya neşideler ilham eder.
İslamiyet, Eski Yunan'ın mirasını titiz bir tahlile tabi tutmuş, değerli bulduğu bilgileri irfan hazinesine katıp, posayı Avrupa'ya terketmişti. Osmanlı aydını için, sular altında kalan bir kıtaydı eski Yunan. Olemp Tanrılarının ahlak dışı maceralarıyla, Pelopones haydutlarının düzme menkıbeleri ne alâkadar ederdi onu?
O putperestler ülkesini ilk merak edenler, Abdülaziz devrinin Batı hayranı paşalarıdır.