Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir. İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.

Ölçünün, İslam'ın kuralları olduğunu unutmamak gerekir.

Önce, bilineni tekrarlayayım: İslam ahlakı, Müslüman insana belirli bir yükümlülük getirmektedir; - iki yanlı bir yükümlülük! Müslüman insan Kur'an'da ve Sünnet'te 'iyi' (ma'ruf) olduğu belirtilen fiilleri yapmak, 'kötü' (münker) olduğu belirtilen fiillerden de kaçınmak zorundadır. Dolayısıyla, neyin 'iyi', neyin 'kötü' olduğunun tespiti, seküler bir tercihe ya da bireyin kararına bırakılmış değildir. Ölçünün, İslam'ın kuralları olduğunu unutmamak gerekir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)

İnsanın hasedi çok defa hased ettiği kimselerin saadetinden daha uzun sürer.

İnsanın hasedi çok defa hased ettiği kimselerin saadetinden daha uzun sürer.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Bin küsur yıldan beri saltanatta âdetler değil âletler değişmiştir

Her ne kadar saltanatın başında bir kişi görünüyorsa da bu işin nimetinden istifade edenlerin sayısı yekûn tutuyordu. Tarih boyunca tüm saltanatların en ısrarlı destekçileri bu 'otlakçı takım' olmuştur. Hatta saltanatın başında bulunan fert bu işten vazgeçmek istese, iktidar olmanın nimetine üşüşen bu zümre vazgeçmeyecek, daha ısrar edilirse çok özel yöntemlerle ya değiştirilecek ya da ortadan kaldırılacaktır. Tabi bu son çaredir.Saltanatların bu temel özelliği, adı krallık, emirlik, sultanlık, halifelik olan eskilerde değişmediği gibi, adı cumhuriyet, sosyalist, demokratik olan çağdaş saltanatlarda da değişmiyordu. Bu sonuncular, iktidarlarının önüne hükümetleri kukla olarak dikiyorlar, halktan bir 'darbe' gelirse zararı kendileri değil o kukla (hükümet) görüyor, sonunda kukla koleksiyonu İçinden başka birilerini yine halkın kendisine seçtirerek halkın gözü boyanıyor, gönlü de alınıyordu. Eğer kukla (hükümet), halkın baskısıyla iktidarın 'yüksek çıkarlarına aykırı bir işe girişirse bu kez darbe arkadan geliyor, iktidar hükümeti deviriyordu. Yani, bin küsur yıldan beri saltanatta âdetler değil âletler değişmişti.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.

Türk entelektüelinin işi yeni bir şey üretmeden tekrarlamaktır

Toker Dereli'nin Aydınlar, Sendika Hareketi ve Endüstriyel İlişkiler Sistemi (1975) adını taşıyan kitabı, İngilizce neşriyatı büyük bir titizlikle tarayan, oldukça ciddi bir araştırmadır. Yazar, Batının çeşitli entelektüel tariflerini uzun uzadıya anlatıp münakaşa ettikten sonra az gelişmiş ülkeler aydınını da içine alacak bir tarife varıyor: "Entelektüeller, somut olayların üstüne yükselebilip soyut kademede düşünebilen, toplumun temel yapısı, meseleleri ve değerleriyle meşgul olup başlıca sosyal, ekonomik ve politik gelişmeleri eleştirebilen, genellikle kabul edilmiş görüşleri, izah tarzlarını, varsayımları tahlil ve tenkit edebilme, bunlara birşeyler katabilme veya hiç olmazsa bu görüşleri, izah tarzlarını veya faraziyeleri yorumlayabilme gücüne sahip kimselerdir. Entelektüel sayılabilmek için formel bir öğrenim görmüş olmak şart değildir. Edebi üslup, mesleki sıfat ve roller, siyasi ya da idari sorumluluklar, entelektüel sıfatından ayrı tutulmalıdır." Sonra Dereli, aydınlarla ilgili bir tipoloji sunuyor: "Entelektüeller belirli bir sosyal sınıfa mensup değildirler, sosyal bir toplulukturlar." Dereli, entelektüelleri liberal ve radikal diye ikiye ayırıyor. Liberaller: Geniş düşünceli, tenkitçi, hürriyetçidirler .. Radikaller ise: umumiyetle sosyalist, komünist, anarşist gibi ihtilal taraftarı .. Biz, bu tasnifi pek tatminkar bulmuyoruz. Shills'in tasnifi, umumide kalmakla beraber. bizdeki entelektüelleri daha iyi sınıflandırıyor. Shills'e göre entelektüel faaliyet iki merhalede tecelli eder: 1- Mevcut bilgilerin fethi (tekrarlama), 2- Mevcut bilgilerin aşılması için yapılan çalışmalar (yaratma). Yani gelenek ve yaratıcılık. . . Osmanlı'da sınıf-ı ulema tekrarlayıcıdır. Kur'an'ın, hadislerin ve daha önceki imam veya müçtehitlerin tekrarlayıcısı. Tanzimattan sonraki aydınlar da tekrarlayıcıdır, Avrupalı yazarların tekrarlayıcısı.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Bertrand Russell'a göre mistik felsefenin esasları

B. Russell, mistik felsefenin esaslarını şöyle sıralıyor: 1. Dolaylı (discursive, istidlâlî) bilgiye karşı sezgi. Yani ilmin tamamen duyu organlarının verilerine dayanan yavaş, hatalı "görüntü" incelemelerine karşı âni; nufüz edici, kendini kabul ettirici bir hikmet yolunun mevcudiyetine inanmak. Mistik sezgideki kesinlik ve ilham duygusu bu konulardaki muayyen inançlardan önce gelir; mistik önce sezgi kazanır, sonra bu sezgisi ile birtakım inançlara varır. 2. Sezgi veya anı kavrama yoluyla bilgi kazanılabileceğine olan inançla sıkı sıkıya bağlı olmak üzere, görünen dünyanın ötesinde ve ondan tamamen farklı bir realitenin mevcudiyetine inanmak. Bu gerçek dünya duyularımızın ince perdesiyle kapatılmıştır ki nazar sahibi bir zihin bu perdeyi kolayca aralayabilir. 3. Tezad ve tefrikayı reddedip birliğe inanmak. 4. Zamanın gerçekliğini inkar etmek. 5. Bütün kötülüklerin zahiri olduğuna, kötülüğün analitik yolla düşünen zihindeki tezad ve tefrikalardan doğan bir hayal olduğuna inanmak. Mistisizm mesela zulmün iyi olduğunu iddia etmez, sadece onun gerçekliğine inanmaz. Kötülük dediğimiz şeyler aşağı dünyaya, hayaller alemine aittir. İşte felsefede (Batı felsefesi) Eflatun'dan Hegel'e ve onun müridlerine kadar bütün mistik metafizikçilerin düşüncesine hakim olan fikirler bunlardır. Bunların bir kısmı İslam tasavvufu üzerinde etkili olmuş, bazılarının onunla hiçbir münasebeti olmamıştır. Konumuz ilerledikçe göreceğiz ki, yukarıda mistisizmin ana özellikleri diye belirtilen hususlar dünyanın çeşitli yerlerinde çeşitli zamanlarda gördüğümüz bütün mistik düşünce tiplerinde mevcuttur. İşte bu yüzdendir ki mistisizmi genel bir ad olarak alıyoruz ve tasavvufu bunun İslam dünyasında görülen örneği diye inceliyoruz. Mistisizm kelimesinin Batı dillerinden alınmış olması, bu düşüncenin veya hayatın onlara mahsus olduğu manasına gelmez. "

Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.

Aşk genç bir kız için tutmuş bedduadır!

Aşk genç bir kız için tutmuş bedduadır!

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Felsefedeki mistisizm ile dini mistisizm arasındaki fark sistem ve sistemsizlik farkıdır

Gerçi felsefedeki mistisizm ile dini mistisizm birbirinin tıpatıp ayni şeyler değildir, fakat aralarındaki farkı bir sistem ve sistemsizlik farkı haline indirmek pekala mümkündür. Dinde mistisizmin işin başında da sonunda da akılla fazla alışverişi yoktur, yani aklı tatmin etmek onun davası değildir. Felsefede mistisizm "aklın kavrayamayacağı hakikatleri mistik sezgi ile bilmek" manasında onunla ayni iddiayı paylaşır, fakat felsefe bu iddia üzerine rasyonel bir sistem kurar. Mamafih dini manada mistisizm de önceleri sadece ferdi, şahsi bir derûni tecrübe kazanmaktan ibaret bir gaye taşırken sonraları bunu felsefi bir sistem haline getirmeye başlamıştır. Aslında bunun kaçınılmaz bir sonuç olduğunu kabul etmeliyiz, zira insan kendi tecrübesine başkalarını ortak etmek, hatta bizzat kendini inandırmak durumunda kalınca onu aklı bir sistemin gerekleriyle teçhiz etmek zorundadır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
Ocak 2013
ISBN
978-605-08-0273-3
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Sakine Korkmaz

Benzeşim ilişkisi

Benzeşim ilişkisi, vücutla ilgili sözcüklerin doğaya uygulanması (nehrin ağzı, iki diş sarımsak vb.) ya da doğayla ilgili sözcüklerin insana uygulanması (pişkin adam, yırtık herif, vb.) gibi durumlarda kendini belli etmektedir. Kuşkusuz, vücutla ilgili kelimelerin uygulanması sadece doğayla da sınırlı kalmamaktadır. Carnoy'un 'antroposemi' adını verdiği bu tip eğretilemeler, mamul eşyada kendini göstermektedir: Fırının ağzı, geminin burnu gibi. Tüm bunların, yani Hayakawa'nın 'ölü eğretilemeler' adını verdiği bu tip eğretilemelerin, benzeşim ilişkisine göre yapılandırıldığı dönemlerden bugüne kaldığı rahatlıkla söylenebilir. Dünyanın benzeşim ilişkisine göre zihnen organize edildiğini, bugün sadece dilden yola çıkarak değil, ama gündelik yaşamın başka kesitlerinden de çıkarsayabiliriz. Bugün bizim 'folklor' saydığımız ve halkbilim bağlamında irdelediğimiz etnolojik verilerin tümünü, analoji ya da benzeşim ilişkisinden yola çıkarak çözümleyebiliriz. Halk dansları, halk hekimliği vb. gibi folklor dalları benzeşim ilişkisine göre temellenmiş yaban etkinliklerin günümüzdeki kalıntılarıdır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Haziran 2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-293-478-1
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitapçılık
İpek Çalışlar’ın yazmış olduğu “Latife Hanım” kitabı Doğan Kitap’dan çıkmış ve 520 sayfa. Nurten Şerbetçi'nin Haksöz-Haber için yaptığı değerlendirme: Cumhuriyet’in Elit Kadın Modeli Yazan: Nurten ŞERBETÇİ Yazı Kaynağı: Haksözhaber
Neden Altını Çizdim?
Her şeyden önce, bu anlatılanlar doğruysa, Mustafa Kemal'in odasına kendi resmin asması bayağı garip. Kim kendi resmini çerçeveletip odasına asar ki? İkinci olarak bir bayanın bu üslubu nasıl olup da romantik, lirik vs. bulabileceğini düşünmekte güçlük çekiyorum...

Garip bir evlenme teklifi

Bir sabah Mustafa Kemal evden çıkarken kendisini geçiren Latife’ye beklenmedik bir ricada bulundu. "Latifçiğim bugün odamı siz toplayabilir misiniz?" Elbette Paşam" diye cevap verdi Latife, Mustafa Kemal'in yatak odasına girince "Allah Allah" diye mırıldandı. Yatak yapılmış, her şey yerli yerine konmuştu. “Acaba niye odamı topla" demişti. Yerli yerinde olmayan tek bir şey vardı o da Mustafa Kemal'in duvardaki resmiydi. Nedense yatağın üzerine bırakılmıştı. Her sabah bahçeden koparıp onun başucuna bıraktığı gül de çerçevenin üzerinde duruyordu. Latife resmi, aklına bir şey gelmeden yeniden duvara astı. Unutulduğunu sanmıştı. Belki o gece, belki de ertesi gece, Latife ile Mustafa Kemal baş başa sofraya oturduklarında, Mustafa Kemal, "Latif, o gün odamı toplarken dikkatinizi çeken bir şey olmadı mı?" diye sordu. Latife bu soruya ilk anda cevap verememişti. “Yatağın üzerinde bir resim vardı, alıp duvara astım" dedi. Mustafa Kemal, başladığı oyunu sürdürmeye kararlıydı. “Lütfen odaya gidip, o duvara astığınız resmi getirir misiniz." Muzip bir hali vardı. Latife de bir anlam veremedi, ama hemen gitti ve resmi çivisinden çıkartıp getirdi. "Lütfen arkasına bakar mısınız?" diye devam etti Mustafa Kemal. Latife'nin kafasından bin bir şey geçiyordu, ama işi bir türlü çözemiyordu. Mustafa Kemal'in el yazısını görür görmez tanıdı. Yazıyı ilk başta göremediğine hayıflandı. Affedilecek şey değildi yaptığı. Sen bu resme bak Ve hâlâ hayır diyorsan Bir daha teklif etmeyeceğim! Latife'nin sabah ona bıraktığı gül de resmin kenarına iliştirilmişti.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Biz doğruyu söylemek için senden, yalan söylemek için de Allah'tan korkarız.

Muaviye, hiç de kolay olmayan Yezid'e biat işini bir an önce halletmek istiyordu. Ancak bu iş epey zor olacaktı. Çünkü Yezid'in nasıl biri olduğunu dost düşman herkes biliyordu. Bu sebeple dostlarını bile ikna etmesi zor oluyordu. Muaviye bu zor işi akla gelen her türlü yolu kullanarak başarmaya çalıştı. Bu cümleden olarak Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a 100.000 dirhem göndermişti. Hz. Abdullah bu parayı almayı reddederken şunları söylüyordu: "Bu paralar bana paha biçilmez kıymette olan dinimi çok ucuz bir fiyatla satmak için gönderilmiştir. Muaviye Medine valisi Mervan'a bir mektup yazdı: "Ben kocadım. Ölmeden, benden sonra devlet işlerini yürütecek bir veliahd belirlemek istiyorum. Halkın nabzını yokla. Bu konuda ne düşündüklerini öğren." Halkın cevabının müsbet olduğu haberini gönderen Mervan, bu kez veliahd olarak Yezid'in seçildiği talimatını alıyordu. Mescid-i Nebevî'de toplanan halka durumu şu sözlerle bildirdi: "Müminlerin Emiri sizin geleceğinizi düşünmek konusunda elinden gelen hiçbir gayreti esirgemedi. Nihayet kendisinden sonra yerine oğlu Yezid'i getirmeye karar verdi. Bu ona Allah tarafından ilham olunan çok iyi bir fikirdir. Müminlerin Emiri'nin kendi yerine veliahd atama fikri yeni bir şey değildir. Ebubekir ve Ömer de böyle yapmışlardır." Orada bulunan Hz. Ebubekir'in oğlu Abdurrahman ayağa kalkarak: "Ey Mervan, sen de yalan söylüyorsun, Muaviye de yalan söylüyor. Siz hiçbir zaman Muhammed ümmetinin iyiliğini düşünmediniz. Siz böyle yapmakla Kaysercilik (saltanat) yapmak istiyorsunuz. Biliyorsunuz ki bir Kayser ölünce yerine oğlu geçer. Hem bu yaptığınız iş Ebubekir'in ve Ömer'in sünneti değildir. Bilâkis Onların yoluna aykırıdır. Zira onların hiçbiri çocuklarım kendilerine veliahd tayin etmediler." dedi. Gerçekten de durum Abdurrahman b. Ebubekr'in dediği gibiydi. Bırakınız babadan oğula saltanat sistemini, Hz. Ömer, ilk halifenin seçimi sırasındaki oldubittiyi bile başkaları için gayrimeşru addediyordu. Bir gün hutbede İslâmî siyasetin temeli olan şûranın önemini vurgulayan şu sert konuşmayı yapmıştı: "Bana ulaştı ki sizden bazıları 'Ömer ölürse falancaya biat ederim' diyormuş. Sizden hiç kimse, Ebubekir'in hilâfetinin oldubittiye getirilişini bahane etmesin. Evet, o bir oldubittiydi. Ama Allah o acele sayesinde ümmeti büyük bir şerden korudu. Sizin içinizde Ebubekir gibi kendisine gözü kapalı boyun eğilecek kimse yoktur. "Kim müslümanların şûrası olmaksızın bir adama biat ederse, bu biat meşru sayılmaz. Biat eden de edilen de ölümlerini hazırlamış olurlar." Gerçek böyleyken hadise çarpıtılmaya çalışılıyordu. Mu¬aviye çeşitli illerin ileri gelenlerini sarayına çağırtarak onları ikna etmenin yollarını arıyordu. Ahnef b. Kays'ın da içlerinde bulunduğu bir heyette bu zatın niçin hiç görüş beyan etmediğini soran Muaviye, Hz. Ahnef'ten şu cevabı alıyordu: "Biz doğruyu söylemek için senden, yalan söylemek için de Allah'tan korkarız."