Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Şehid Benna milyonlarca gencin manevi babasıydı

Hasanül Benna 1949'da, Kahire'de vefat etti. Altı kurşunla vuruldu. Yaralarından kanlar akarak şehid oldu. Ben o sırada Medine-i Münevvere'de idim. Vefatını işittiğim günkü kadar, anamın babamın vefatlarında üzülmedim desem caizdir. Çünkü onlar yalnız benim anam babamdı. Şehid Benna ise milyonlarca gencin manevi babasıydı.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Reform ve Tasavvuf

Bugün din hayatı ve dolayısiyle müslümanların sosyal hayatını yeniden düzenlemek konusunda büyük bir gayret vardır ve bu hareketin içinde bulunanlar kendilerine rehber olacak prensiplerin hangi kaynaklardan çıkarılacağını tayin etmek zorundadırlar. İşte bu noktada tasavvuf onların işine pek yarar görünmüyor. Gerçekten, bir sosyal reformcu hitab ettiği kitlenin bütünü için mânâ ifade eden, herkes tarafından anlaşılan ve kabul edilebilecek mahiyette olan esaslardan hareket etmek mecburiyetindedlr. Ferdi yaşantıyı (experience) esas tutan ve bir zihinden öbürüne nakli adeta imkansız bulunan manevi hallere dayanan tasavvufi düşünce ona bu hususta yardımcı olamayacaktır. Esas müracaat kaynağı ve değişmez ölçü olarak kullanılan Kur'an'ın bâtıni (esoterique) yorumu ise müslümanların anlaşmazlığını artıran bir temâyül gibi görünmektedir. Nitekim daha önceleri görülen reform hareketlerinin başında bulunan kimseler -hemen hepsinde sufi geleneğinden eserler bulunmakla birlikte- daima şeriata, yani dinin rasyonel sistemine dayanmışlardır. Başka bir ifade ile, reformcunun şeriate sıkı sıkıya bağlı kalması ve batınî yorumlara karşı çıkması sadece onun din anlayışının eseri değil, ayni zamanda sosyolojik ve psikolojik bir zarurettir. Bu ikinci noktayı gözden kaçıranlar meseleyi daha ziyade şeriat-tarikat zahir-batın, sufi-ulema kavgası halinde görmekte ve bunlardan biri veya öbürü safında yer alıp karşı tarafı hasım saymaktadır. Bu husumetin daha ziyade tasavvuf üzerine yöneltildiğini de kaydetmeliyiz.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
94
Baskı Tarihi
2008
Yazılış Tarihi
2004
ISBN
978975070937
Baskı Sayısı
2. Baskı
Yayın Evi
Can Yayınları
Mütercimi
Heval Bucak
Orijinal Adı
Bach, derniére fugue

Bach

Dünyada ahenk olmadığını düşünen kişi için her şey bir şikayet sebebidir. Müzik asla yeterince üstün, icra edenler asla yeterince becerikli, çalgılar yeterli, yetkililer bilgili, halk görgülü, maaş adil, hayat yeterince ucuz, hava yeterince ılık değildir.

Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1974
ISBN
975-470-281-0
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut Ali Meriç
Türkiye'de son zamanda yetişmiş en önemli aydınlardan, büyük filozof Cemil Meriç'in belki de en önemli eseridir. Binlerce sayfanın bilgisini küçük bir kitaba sığdırabilecek kadar usta yazarın ilmek ilmek örgülediği eşsiz bir dantela... Avrupayı, Osmanlıyı, Hind'i ,Çin'i motiflediği bir kanaviçe resmi.. "Bu ülke" de Tagore'dan Kemal Tahir'e..Oradan Said Nursi'ye.. ve oradan da İbn Haldun'a kadar onlarca ismi bulabilirsiniz. (http://www.itusozluk.com/goster.php/bu+%FClke)

Sol-sağ ... Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit!

Sol-sağ ... Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı. Sol'un halk vicdanında yarattığı tedailer: casusluk, darağaçları, Moskova; sağ'ın, müphem, sevimsiz, sinsi bir iki hayal. Hıristiyan Avrupa'nın bu habis kelimelerinden bize ne? Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu yazarın vicdan borcu.

Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1974
ISBN
975-470-281-0
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut Ali Meriç
Türkiye'de son zamanda yetişmiş en önemli aydınlardan, büyük filozof Cemil Meriç'in belki de en önemli eseridir. Binlerce sayfanın bilgisini küçük bir kitaba sığdırabilecek kadar usta yazarın ilmek ilmek örgülediği eşsiz bir dantela... Avrupayı, Osmanlıyı, Hind'i ,Çin'i motiflediği bir kanaviçe resmi.. "Bu ülke" de Tagore'dan Kemal Tahir'e..Oradan Said Nursi'ye.. ve oradan da İbn Haldun'a kadar onlarca ismi bulabilirsiniz. (http://www.itusozluk.com/goster.php/bu+%FClke)

Sağ ve Sol

Sol'la sağ'ın yeni bir hüviyetle politikaya sıçrayışı, Fransız İhtilali'yle yaşıt. Napolyon orduları ihtilalin ideolojisini dünyanın dört bucağına taşır; ideolojisini, yani kelimelerini. Avrupa, Fransa'nın mirasını muhabbetle benimser ... aynı manevi iklim, aynı içtimaî yapı. Önce burjuvazinin bayrağıdır sol, sonra dördüncü sınıfın... hürriyettir, terakkidir, müsavattır. Sağa türbedarlık düşer; türbedarlık, yani ezeli değerlerin bekçiliği. Hangi ezeli değerlerin? İhtilal, istibdadın tasfiyesiydi; müjdeydi, ümitti, gelecekti. Sağ, daima çekingen, daima korkak, daima sevimsizdir. Çekingendir, çünkü maziyi temsil eder; maziyi, yani keyfiliği, kanunsuzluğu. Korkaktır, zira kanlı imtiyazların ve karanlık istismarların mirasçısıdır. Sevimsizdir, hangi mezarlığı ürpermeden seyredebiliriz? Avrupa'nın son iki yüz yıllık tarihi, sol'un zaferleri, sağ'ın hezimetleri tarihidir. Bize gelince... Hudutlarımızdan salgın bir hastalık gibi girer sol, arazı meçhul bir hastalık. Solcu, ithamların en korkuncu olur ... büyüden meş'um, bedduadan netameli bir kelime. Sağ, daha nazlı, daha utangaç bir misafir. Ne zaman gelmiş, bilen yok! Türk adaleti, kimse tarafından benimsenmeyen bu silik ve şahsiyetsiz kelimeyi pek ciddiye almaz. Ve çeyrek asır nebati bir hayat yaşar sağ. Sol, demokrasilerin zaferinden sonra yeni bir bekaret kazanır Avrupa'da, günahlarından arınır. Bizde de kasideler döşenilir, nazenine. Avrupa, bütün cinayetlerini sağ'a yükler. Sağ, yakın tarihin "günahkar teke"sidir: kilisedir, cehalettir, faşizmdir. Batı'nın en "gerici" partileri bu menfur vasıftan kurtulmağa çalışırken, bizde mukaddesatçıların bayrağı olur sağ: Türk'ün alicenaplığı ... Filhakika bu kirli ve karanlık kelimenin dünyada bizden başka şefaatçısı, bizden başka elinden tutanı kalmamıştır.

Neden Altını Çizdim?
Gazze ile neden ilgileniyoruz diye soranlar var bu ülkede!

Gelemezler efendi... Bizim alayı gördüler.

İngilizler cepheyi yorgun ve boş bulan taarruza kadar Gazze ordusuna iki defa taarruz ettiler. Denizden büyük gemi topları şehri kaç daha hâk ile yeksan etti. Artık harap olan Gazze, on defadan fazla harple yıkılmış, yeniden yapılmıştı. Gazze'yi ilk müthiş hücumdan kurtaran alay, bizim tarihte en iyi isimlerden birini bırakmıştır. Bu alay, kendine en aşağı dört, beş defa üstün kuvvetlere karşı Gazze'yi kurtardı. Bir düziye demir yağmuru altında insanı deli gibi eden bu Gazze muharebelerinde Kudüs'e dönen yaralıları ziyaret ederken, bir arkadaşım, neferlerden birine demişti ki: - Nasıl, yine gelirler mi dersin? - Gelemezler efendi... Bizim alayı gördüler. Neferin bu sözüyle anlatmak istediği şey, alayın Çanakkale'de bulunmuş olmasıdır.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
163
Baskı Tarihi
2009
ISBN
9753638029
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Yapı Kredi Yayınları
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum." Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor.
Neden Altını Çizdim?
Eskiler der ki, "âlâmını kalbinde tut, ağyara izhar eyleme, zirâ elemin zikri de elem verir". İnsan, içini gönlünü açacak dost arar, lâkin sırrını ve gönlünü emanet edecek ehl-i vefâ zor bulunur.

Bende inanmak noksanmış!

"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!" dedi. "Bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana âşık olmadığımı zannediyormuşum... Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kâbiliyetimi almışlar... Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın..."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)

Hatıralar, hakikatten ziyade hakikatin şiirini aksettirdikleri için hoşumuza giderler.

"Size gençliğimin en heyecanlı, mesut bir devrini borçluyum Bersad Hanımefendi! Tanıştığım yıl tam yirmi dört yaşında idim." "Ben de yirmisinde." "Evet, ancak yirmisinde idiniz. İlk buluşmamızı hatırlıyorsunuz, değil mi?" "Hemen hemen aynı helecanla... hepsi, bütün sahne gözümün önünde... zamanla gider diye korkuyordum ama bereket gitmek bilmiyor. Yürek çarpıntılarıyla hatırlayıp duruyorum." "Bende de aynı şey oluyor. Hatta bu hatırlayışların tadı galiba oluşlar zamanındakinden daha latif! Yıllar hatıraları perdahlıyor, hem pürüzlü taraflarını yontup onları tenasüplü şekillere sokuyor, hem de cilasını verip keskinliği kalmamış bir ışıkla güzelliğini arttırıyor." "Öyle oluyor, pek doğru... hatıraları seyrettiğimiz ışıkta bir başkalık, esrarengiz bir hassa var." "Şu mehtap ziyası gibi! Bakınız: güzeli daha da güzel hale getiriyor; çirkini de örtüyor, süslüyor, güzele benzetiyor; kirli bir su birikintisini bile gümüşleyip ona bir pınar aya berraklığını veriyor. Biz hatıralarımızı böyle bir ışık altın görürüz: güzelliği arttıran, çirkinliği eksilten marifetli, sihirbaz bir aydınlık içinde! Hatıralar, hakikatten ziyade hakikatin şiirini aksettirdikleri için hoşumuza giderler. Mazimizin çiğ ışıkta gözden geçirilmesine tahammülü yoktur."

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
284
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-470-056-5
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim Yayınları
Editörü
Bahriye Çeri
Arka Kapak: Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla, en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslüp özellikleri bakımından Yakup Kadri´nin 1910´dan 1974´e dek verdiği eserler Türkçe´nin geçirdiği bütün evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin çeşitliliğinden aşağı kalmaz.

Servet-i Fünun karşısında Fecr-i Ati

İmdi, biz, böylece sanat ve edebiyat sınırlarını çoktan aşmış, politika alanının en tehlikeli kesimine atılmış oluyorduk. Fakat, buna rağmen, biz yine "Sanat şahsi ve muhteremdir" dövizimizi elden bırakmamak istiyorduk. Yani kalemimizi herhangi bir fikir cereyanının, herhangi bir ideolojinin emrine vermekten kaçınıyor; yalnız kendi hislerimize, kendi zevkimize göre bir "güzellik" yaratma çabası içinde çırpınıyorduk. Nitekim, o zamanlar, ben, Fecr-i Ati'nin sözcüsü sıfatıyla bu sanat görüşünü 'Servet-i Fünün'da şöyle anlatmağa çalışmıştm: "Sanat, bazı şekiller, renkler, sesler ve hayaller karşısında müstesna bir zevk duyan seçkin bir insan azınlığının ruhundan doğar. Sihirli bir gölü andıran bu ruh kendine akseden şeylere, sathındaki ürperişlere göre, türlü şekiller verir ve onları harekete geçirip canlandırır." Rahmetli Hasan Ali Yücel'in Edebiyat Tarihimizden adlı eserinden, mümkün olduğu kadar sadeleştirip özetleyerek aldığım bu yazımın başka bir yerinde de şöyle demişim: "Sanat kadar sanatkar da tam bir hürriyete muhtaçtır. Bir şaire 'Sen şunu terennüm edeceksin' veya bir romancıya 'Sen filan ve falan çevreleri, filan ve falan insanları anlatacaksın!' emrini vermek mavi gözlü bir kimseye 'Senin gözlerin kara olacak' demek kadar gülünç, abes ve tabiata aykırı bir fikir istibdadıdır. Sanat şahsi ve muhteremdir. Ben, aşk şiirleri yazarım, siz vatan şiirleri. .. Fakat, hiçbir vakit sizin bana, kendi yaptığınızı yapmağa zorlamak hakkınız yoktur." İtiraf ederim ki, bu "egocentrique" ve ferdiyetçi sanat anlayışı bize Edebiyat-ı Cedide'den miras kalmıştır ve biz bunları söylemekle ortaya yeni görüş getirmiyorduk. Öyle ya, Edebiyat-ı Cedide'cilerin, hassaten Hüseyin Cahit'le Mehmet Rauf'un, Dr. Rıza Tevfik'le" bir estetik bahsi üzerinde tartışırken ter ter tepinircesine "Güzellik nisbidir, güzellik nisbidir!" deyişlerinin bizim "Sanat şahsi ve muhteremdir'" sözümüzden farkı neydi? Lakin, şu var ki, onların devri bütün aydınların kendi işlerine çekilmek zorunda kaldığı ve dış alemle temasa imkan bulamadığı bir devirdi. Oysa, şimdi hayat şartları değişmiş ve ortada kolektif bir ruh hasıl olmağa başlamıştı. Bir sürü memleket meseleleri, başımızı çevirip görmezlikten gelsek de, bizi her yanımızdan sarıyordu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
242
Baskı Tarihi
2007
Yazılış Tarihi
1943
ISBN
975-7663-92-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kubbealtı Neşriyat
Editörü
Aysel Yüksel
Bu kitap, uzun yıllar boyunca geçirdiği çilelerle, "güneşi seyrettiğin göklere bak, aksettiği kalıplara değil" diyecek bir iç olgunluğuna varan, böylece gerçek aşkı bularak "Son Menzil"e ulaşan kişinin serencâmını anlatır.
Neden Altını Çizdim?
Bu ne güzel Türkçe'dir böyle!...

Gözleri, işleyen ellerini teftiş, tenkit veya tahsin ederken..

Genç Bahâeddin belik san'atını da bir ihtiras gibi değil, bir yaratılış ihtiyacı olarak ilerletti. Gözleri, işleyen ellerini teftiş, tenkit veya tahsin ederken, rûhu geniş ve sonsuz bir cihandan hikmet devşirirdi.