Türü
Roman
Sayfa Sayısı
232
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-125-8
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
Hülya Tufan
Orijinal Adı
Il deserto dei Tartari
Tatar Çölü, 2. Dünya Savaşı sonrasında parlayan modern İtalyan edebiyatının ilk ve en usta ürünlerinden biri, çağdaş dünya edebiyatında da önemli yer edinmiş bir eser. Genç ve hevesli bir teğmenin, ilk görev yerini çevreleyen uçsuz bucaksız çölle “savaşı”. Çöl, hem teğmenin muhtaç olduğu düşmanı ondan esirger hem bizzat “düşman”ın yerini tutar, hem de gizemli, tarifsiz varlığıyla genç teğmeni cezbeder. Gerçek-dışı, soyut bir mekanda, zamanda, zeminde, olaysızlığın ortasında insana ilişkin en can alıcı sorular...
Bizim İçin Moda Yönetmeliktir!..
"Açık yakalar moda olabilir," dedi terzi ustası, ama biz askerler, modayla ilgilenmek durumunda değiliz. Bizim için moda yönetmeliktir. Yönetmelik de der ki: "Pelerinin yakası boynu sıkacak ve yedi santimetre boyunda olacak..."
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
318
ISBN
975-406-172-6
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
2000
Mütercimi
Kamuran Şipal
Cem Yayınevi, çağımızın büyük yazarlarından Kafka'nın bütün eserlerini Kâmuran Şipal'in Türkçesiyle yayımlamaktadır. Bütün Eserler'de, 'Hikâyeler', 'Taşrada Düğün Hazırlıkları', 'Dava', 'Şato', 'Kayıp (Amerika)', 'Değişim', 'Ottla'ya ve Ailesine Mektuplar', 'Günlükler', 'Babama Mektup' ve elinizdeki, bizi yeni bir Kafka ile buluşturan 'Bir Savaşın Tasviri' yer almaktadır. 'Bir Savaşın Tasviri'nin bu basımı Kafka'nın arkadaşı Max Brod'un Bütün Eserler'deki metin temel alınarak çevrilmiştir
Akbaba
Bir akbaba vardı, ayaklarımı gagalıyordu. Çizme ve çoraplarımı didik didik etmiş, sıra ayaklarıma gelmişti. Durup dinlenmeden gagalıyordu; arada bir havalanıp çevremde tedirgin dolanıyor, sonra yine çalışmasını sürdürüyordu. Derken bir Bay geçti karşıdan, bir vakit durumu izledi, sonra niçin akbabaya ses çıkarmadığımı sordu.
"Ne yapabilirim ki!" dedim. "Geldi, haydi gagalamaya başladı; kuşkusuz ilkin kovmak istedim, hatta boğacak oldum kendisini; ancak böyle bir hayvanın gücüne diyecek yok.
Baktım hemen suratıma atlayacak, ben de ayaklarımı gözden çıkarmayı uygun buldum; artık didik didik edilmelerine de bir şey kalmadı." -
"Vallahi bilmem ki neden bunca işkenceye katlanıyorsunuz!" dedi Bay.
"Bir kurşun akbabanın işini görür hemen."
- "Ya?" diye sordum ben. "Peki bunu siz yapar mısınız?"
- "Hayhay!" dedi Bay.
"Yalnız eve kadar gideyim de silahımı alıp geleyim. Bir yarım saat daha bekleyebilir misiniz?"
- "Bilmem," diye yanıtladım ben ve bir süre acıdan kaskatı kesildim, ardından dedim ki:
"Ne olur, siz gene bir deneyin!"
- "Peki, peki!" dedi Bay. "Bir koşu gider gelirim."
Biz konuşurken, akbaba gözlerini bir Bay'a, bir bana çevirmiş, sessiz sakin bizi dinlemişti. Şimdi görüyordum ki, bütün söylenenleri anlamıştı; ansızın havalandı,hız almak için alabildiğine geriye kaykılıp usta bir mızrak atıcısı gibi gagasını ağzımdan içeri daldırdı, derinlere gömdü.
Ben sırtüstü yıkılırken, onun tüm çukurları dolduran, tüm kıyılardan taşan kanımın içinde kurtuluşsuz boğulup gittiğini görerek rahatladım.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
232
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-125-8
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
Hülya Tufan
Orijinal Adı
Il deserto dei Tartari
Tatar Çölü, 2. Dünya Savaşı sonrasında parlayan modern İtalyan edebiyatının ilk ve en usta ürünlerinden biri, çağdaş dünya edebiyatında da önemli yer edinmiş bir eser. Genç ve hevesli bir teğmenin, ilk görev yerini çevreleyen uçsuz bucaksız çölle “savaşı”. Çöl, hem teğmenin muhtaç olduğu düşmanı ondan esirger hem bizzat “düşman”ın yerini tutar, hem de gizemli, tarifsiz varlığıyla genç teğmeni cezbeder. Gerçek-dışı, soyut bir mekanda, zamanda, zeminde, olaysızlığın ortasında insana ilişkin en can alıcı sorular...
Ölmek! Ama Nasıl?
Çünkü açık havada, kargaşanın ortasında, henüz genç ve sağlıklı bir bedene sahipken, zafer borularının öttüğü anda ölmek güzel olabilir; ama bir hastane koğuşunda uzun uzun acı çektikten sonra ölmek daha kötüdür herhalde; evde, sevgi dolu inlemeler, hafif ışıklar ve ilaç şişeleri arasında ölmek daha melankoliktir. Ama bilinmeyen, yabancı bir diyarda, sıradan bir han odasında, yaşlı ve çirkinleşmiş bir biçimde, dünyada, arkada hiç kimsenin kalmadığını bilerek ölmek kadar zor hiç bir şey olamazdı.
Neden Altını Çizdim?
Bu satırlar "kendimi inceden inceye gözden geçirmeme vesile oldu ve içimde kendi özel hâllerimi ıslah etme umutları uyandırdı!"
Türkiye'ye yolculuk
Türkiye'ye yaptığım otobüs yolculuğu uzun oldu, neredeyse yirmidört saati buldu; yol üzerinde bu ülkeyi ve halkını görmek hayli ilginçti. Yolculuğun en büyük keyfi de buydu zaten: insanları kendi aşina dünyalarında yaşarken ve koşuştururken görmek ve duyumsamak. Otobüsteki Türkler, bana kendi âdetleri hakkında ön bilgiler verdiler. Sıcak, sevecen, alçak gönüllüydüler, güleç yüzlü ve Allah'ı düşünen insanlardı. Bir aile beni kendilerine hemencecik dost edindi ve otobüs, yol üzerinde bir yerde mola verdiğinde, yanımdaki yiyecekleri yememe izin vermeyip, bana kendi yemeklerinden ikram ettiler. Çocuklarına elimi öptürüp, bana 'Amca' diye hitap etmesini tembihledirler; bu iltifatın nedeni özel biri oluşum değil, yaşça büyük Müslüman biri olmamdı. Bu insanların inceliği beni derinden etkilemişti; davranışları öylesine fıtrî ve kalptendi ki, samimiyetin bundan ötesi düşünülemezdi. Bu hâle muhatap oluşum, kendimi inceden inceye gözden geçirmeme vesile oldu ve içimde kendi özel hâllerimi ıslah etme umutları uyandırdı.
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
69
Baskı Tarihi
1992
ISBN
975-552-032-5
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Neden Altını Çizdim?
güzel,ne güzel...
uyuduk
Uyuduk...Rüyamda hep yıldızların arasında dolaştım.Onlarla konuşuyordum.Birinden diğerine atlıyor,Bilmediğim bir dilde çığlıklar atıyordum.Hafiftim,güzeldim ve şüphe yok ki bir gökyüzü ırmağıydım.Ama yeryüzüne dönüşüm fazla uzun sürmedi.Uyanınca kendimi yatağımda buldum ve hiç üzülmedim.Ya kendimi yatağımda bulamasaydım?
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
158
Baskı Tarihi
Şubat 2009
Yazılış Tarihi
1997
ISBN
978-975-263-668-2
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Seval Akbıyık
Nazan Bekiroğlu'nun Timaş yayınlarından çıkan bir kitabı.. Yer yer roman tadında, sır kapılarını aralatan bir kitap.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
203
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-8432-80-6
Baskı Sayısı
0. Baskı
Sen Yokken
SEN YOKKEN
Altında sohbetler kurduğumuz ağaçlar bana cevap vermedi seni görmeyince.
Kaldırımlar bile sustu bana, seni bulamayınca yanımda.
Gökyüzünde yıldıza sordum seni; o an, "git bul onu" deyip kaçıverdi gözden. sen olmayınca hiçbir şey olmuyor.
Yüzüne bakmadım diye melekler yüzlerini bana göstermediler.
Biliyorum sana sarılmıyorum diye rüzgar üşütüyor beni. hesap soruyor bana. Neden?
Sana kalbimi açmadım diye çiçekler açmıyorlar. Bülbül bile küsmüş bana, sana sevgimi söylemedim diye.
Hüznünü yaşıyor senin. Üstünde yürüdüğüm toprak dedi bana:
"Ölürsen, sevdiğini söylemeden; ben bile kabul etmem seni..."
Tabiat bile seni görmeyince yanımda düşman kesiliyor bana.
Meğer her şeyler seni benden daha çok severmiş...
Ben ne mi yapıyorum?
Bense... Bense...
Seni göstermiyorlar diye gözlerime bakmıyorum.
Anlatamadılar diye küskünüm ellerime
Sana koşamıyorlarsa ayaklarım, dargınım onlara yalnız yüreğimle barışığım
Seni olduğundan daha çok sevdi diye.
Niçin mi sana sevdiğimi söylemiyorum?
Ne zaman seni sevdiğimi söyleyecek olsam,
Allah şunu soruyor bana:
"O'nu seven sen misin, ben miyim?"
.....
O yüzden hep şunu söylüyorum sana
ALLAH SENİ ÇOK AMA ÇOK SEVİYOR...
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
69
Baskı Tarihi
1992
ISBN
975-552-032-5
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Merhaba
Bu kitabı açmadan önce ne yapıyordunuz,bunu sormayacağım.Belki evi yakmak istiyordunuz,belki uçağa atlayıp Afrika'ya gitmek ,belki de günlerce uyumak istiyordunuz...ama bunları istemek neye yarar?
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
158
Baskı Tarihi
Şubat 2009
Yazılış Tarihi
1997
ISBN
978-975-263-668-2
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Seval Akbıyık
Nazan Bekiroğlu'nun Timaş yayınlarından çıkan bir kitabı.. Yer yer roman tadında, sır kapılarını aralatan bir kitap.
Âyine-i Mücellâda Nihanız
Y/Yolculuk/
/Baharın ilk kuşları/
Ne çok sıkıntı çektik ömrümüz ilerledikçe, üstelik ölümlüydük.
Onca güzeldik, onca güzelliğin nereye gittiğini düşünüp acı çekiyorduk. Kuşkusuz bir daha dönmemek için gittiklerinden olacak bunca güzeldiler. Dahası bir zamanlar olduğumuz 'ben' de onlarla beraber gittiği için.
Baş döndürücü bir hız içinde sürüklenerek biteviye çirkinleşiyor, biteviye olmamız gerekenden başka bir şeye dönüşüyorduk. Yok oluyorduk. Ya onca güzelliğimize ne oluyordu? Yoksa onca güzelliğimiz de sadece bir aldatmacadan mı ibaretti?
Kuşkusuz onları görmemizi sağlayan ışıktı aşk. Onun ışığında bütün ırmaklarımız yataklarına dönüyordu.
Onun ışığında bütün acılarımız güzelleşiyor ve bütün acılarımız bizi güzelleştiriyordu ve biz yalnızlığımızdan azizeler yaratıyorduk. Başımızın üzerinde nurdan hâleler yoktu ama çarmıhımızı sırtımızda taşımadığımızı kim iddia edebilirdi? Her gün ne kadar çok çirkinlik gördük. Gözlerimizi ve kulaklarımızı ne kadar kapamaya çalıştı isek de her birinin yansımasıyla sadece, kalbimizi siyah bir leke sahiplendi. İstidadımız güzele olduğu halde, kalbimizde o kocaman kara lekeyi taşırken güzel olduğumuzdan herhangi birine bahsedecek güce sahip olduğumuzu nasıl iddia edebilirdik?
Oysa biz hattat, mavi ırmaklar içinde doğmuştuk. Ağaç kovuklarından mavi ışıkların yükseldiği bir gece. Çobanlar ateş etrafında kır türküleri söylüyorlardı. Gökte mavi bir yıldız, 'ruhu besleyen', ufka çok yakın bir yerde tabiatın sırrını fısıldayacak kadar yakın gibi görünüyordu. Kalbimizde o siyah leke yokken daha, hayatı ve ölümü ve hattâ aşkı tanıdığımızı iddia ediyorduk. Kan ve ter içinde sırılsıklam, yaş içinde, atlarımızı mermer sunak kalıntılarının buz gibi sularında serinletiyorduk. Saçlarımızı arkadan tek örgü yapıp berrak su kıyısına eğildiğimiz zaman, ne kadar güzeliz, diyorduk. Su kıyısında öyküsünü bildiğimiz nergisler. Su kıyısında kendi görüntümüze âşık olabilecek kadar her şey yerli yerindeydi ve ırmaklar yaratıldıkları gün daha takip ettikleri seyr üzre yataklarında akıyorlardı.
Ne kadar kolaydı gökte yıldız damlalarının birdenbire ve teker teker kopması. Karanlık ne kadar kolaydı. Ne kadar kotaydı içimizden havalanan güllerin sönüvermesi. Hep tökezledik yollarda. Bütün dallar elimizde kaldı. Gökkuşağına bakarken içimizin her zerresi, bütün kapılar hep aynı renkte sadece gri idi. Hep tökezledik yollarda. Taşlar ayaklarımızı ve çıplak dallar yüzümüzü kan içinde bıraktı.
Çok yorgunduk, çok yorgunduk ve dinlenmek için bize serin bir su uzatacak kimsemiz hiç olmadı. Sadece başımızın üstündeki ürkütücü siyahlıktaki sonsuzluk içinde asılı duran bir bedr-i hilal halimizden anladı. Ve onun, durgun su içine düşmüş görüntüsü.
Çok yorgun olduğumuz gibi çok da yalnızdık. Hep kendi halimize ağladık. Issız adada yol alırken, atımızı son gücümüzle mahmuzlarken biz, sonsuz karanlıkla taş kulelerin arkasında bulutlar yarıldı. Bulutların yarıldığı yerden senin ve benim için sadece o bedr-i hilâl ağladı. Ve onun durgun su içine düşmüş görüntüsü. Bu o hilâli ve onun en az kendisi kadar olağanüstü güzel görüntüsünü gönlümüzde taşımaya taliptik. Lâkin çok geçme¬di ve biz ahde vefasızlıkla karşılaştık. Kalbimizde siyah bir leke belirdi. Kalbimizde beliren o siyah leke bedr-i hilâlimizde de belirdi. Sadakatsizlik ve vefasızlıkla her karşılaşmamızda, sadakatsizlik ve vefasızlığı ve ihaneti her öğrenmemizde, kalbi¬mizdeki siyah leke biraz daha büyüdü ve bedr-i hilâlimizin ışığı, ışığı bedr-i hilâlimizin, vefasızlığı her gördükçe gözlerimiz, biraz daha söndü. Gün geldi başımızın üzerinde asılı duran ve bize en zor günlerde bile, en karanlık gecelerde bile güzelliği ikaz eden bedr-i hilâlimiz, kapkaranlık bir salkıma dönüştü, dönüşmekten öte, karanlığın kendisi oldu. Su kıyısında karacalar ve ceylânlar ne çok ağladılar.
/Yolculuk sonu/
Yer o yer ama ne ben aynı ben’im ne sen aynı sen’sin.
Üstelik sen ve ben, ben ve sen de değiliz.
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
229
ISBN
975-406-53-49
Baskı Sayısı
0. Baskı
Hikayeler'in bu basımı Kafka'nın arkadaşı Max Brod'un hazırladığı Bütün Eserler'deki metin temel alınarak çevrilmiştir.
Neden Altını Çizdim?
Gerçek besin nedir acaba size göre?. Modern insan, postmodern insan gerçek bir besin mi arar yoksa açlık şampiyonunun dediği gibi tıka basa yiyen, tüketen, kapitalist dünyanın ürünlerini yiyen ve onun bir ürünü olan kişi midir modern insan.Gregor Samsa'yı hatırlayın bir de böcek olan Samsa neden Kızkardeşinin çaldığı kemanen sesine dışarı çıkıp, yazara "müzikten etkilendiğine göre böcek olabilir miydi" dedirtir.Onun aradığı besin böyle bir şeydi. Senin besinin ne?
Gerçek besin nedir ?
"Çünkü" dedi açlık şampiyonu ufacık başımı birazcık kaldırıp bir öpücük verecek gibi dudaklarını sivriltti, söyleyeceği bütün sözlerin duyulmasını ister gibi, yetkililerin dosdoğru kulağına "Çünkü hoşuma giden yemek bulamıyorum. Bulsam inanın böyle bir ün peşinde koşmaz, ben de sizin gibi başkaları gibi tıka basa karnımı doyururdum." Bunlar açlık şampiyaonun son sözleri oldu.