Cyrano De Bergerac
Cyrano de Bergerac Cyrano de Bergerac'ın gerçek hayat öyküsünden esinlenlerek, Fransız şair ve oyun yazarı Edmond Rostand tarafından yazılmış, Jean-Paul Rappeneau'nun yönettiği, Jean-Claude Carrière ve Rappeneau tarafından uyarlanan Fransız komedi-dram filmidir. Film, En İyi Yabancı Dilde Film Altın Küre Ödülünü kazandı. Film, Fransa'da 4.732.136 kişi tarafından izlenmiştir. Cyrano de Bergerac, 2010 yılında Empire dergisinde "Dünya Sinemasının En İyi 100 Filmi" içerisinde 43. sırada yer aldı. Cyrano de Bergerac'ı canlandıran Gérard Depardieu, 1990 Cannes Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü kazandı. Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/Cyrano_de_Bergerac_(film,_1990)

İstemem! Eksik olsun!

- Ne yapmak gerek peki? Sağlam bir arka mı bulmalıyım? Onu mu bellemeliyim? Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı? Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı? İstemem! Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret? Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım? Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip, Taklalar mı atmalıyım? İstemem! Eksik olsun! Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli? Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli? Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli? İstemem!
Cyrano De Bergerac
Tatar Ramazan
Tatar Ramazan, Kerim Korcan`ın aynı isimli eserinden uyarlanan serinin ilk filmi. Olaylar II. Dünya Savaşı`nın bütün hızıyla sürdüğü 1942 yılında geçmektedir. Ahmet Kaya`nın müziklerini yaptığı film Cumhuriyet gazetesinin o dönem attığı manşetlerle anılır. Kerim Korcan'ın aynı isimli eserindeki 9 hikayeden sürgüne gönderilişine kadar olan hikayeleri içeren bu ilk filmin konusu; toprak sahiplerinden Abidin Ağa`nın oğlunu vuran Tatar Ramazan dört yıl hapis yatmıştır. Çıktığında Zeynep ailesinin baskısına rağmen Tatar Ramazan`ı karşılar, köye dönerler. Oda sahnesinde, Ramazan evi satıp beraber İzmir ya da İstanbul`a gitmeyi planladığını söyler. Fakat Abidin Ağa`nın oğlu Necmi yakasını rahat bırakmaz ve kısa bir süre sonra yağmurlu bir günde Hamdi`yle birlikte Ramazan`ı sıkıştırır, Ramazan yaralanır fakat bıçağıyla Hamdi`yi öldürür. Necmi kaçar. Bu olay üzerine 11 yıl hapis yiyen Ramazan tekrar hapishaneye düşer. Bu arada Zeynep de sürekli aile baskısı altındadır. Gittiği hapishanede kimseye bulaşmamaya çalışan Tatar Ramazan esrar satan, kumar oynatan bir koğuş ağasıyla karşılaşır. Başlarda "rahat durmadı demesinler" diye kimseye bulaşmamaya çalışır. Aynı zamanda hapishanede İdamlık Hüseyin`e de ağabeylik eder ve hapisane müdürüne Ankara'ye mektup yazması için konuşur. Fakat bu konuda da hapishane müdürü onu aldatır. Zamanla koğuş ağasının (Koca Mustafa ve Cıbıl Halil) da gardiyanlarla beraber olduğunu görür. Sonunda dayanamayarak Mustafa`ya bir tokat patlatır. Gariban kesimi arkasına alır ve gariban kesim arasında sevilen sayılan birisi olur. Mustafa bu tokadı sindiremeyerek geceleyin Tatar Ramazan`ı arkadaşlarıyla öldürmek ister fakat Ramazan olayı anlar ve Mustafa`yı bıçaklayarak öldürür. 7 sene daha alır ve sürgüne gönderilir...700 kasaba.70 vilayet.7 düvelde namı söylendi... Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Tatar_Ramazan_(film)

Ekmek

Ramazan: Bir ekmeği beraber bölüşerek yemektir hüner.
Tatar Ramazan
Bab'Aziz
Tunuslu yonetmen Nacer Khemir'in 2005 yılında filmini çektiği bir yol hikayesi...

Bab'Aziz

‘Dünyadaki ruhlar kadar , tanrıya giden yol vardır..’ – Bab'Aziz ... ‘Sanki suyla temaşa halinde görünmektedir ve suda gördüğü, kendi görüntüsü değildir. Çünkü sadece aşık olmayanlar , kendi yansımalarını görürler..’ – Bab'Aziz ... ‘Yürümek kafidir sadece yürü.. Davet edilenler yollarını bulacaktır..’ – Bab'Aziz ... ‘Herkes yolunu bulmak için en değerli hediyesini kullanır; senin için sesindir, şarkı söyle oğlum, yol sana görünecektir..’ -Bab'Aziz .. İshtar : ‘Bab'Aziz ya kaybolursan?’ Bab'Aziz : ‘Ben yolumu bulurum, inancı olanlar asla kaybolmazlar, barış içinde olan kişi asla yolunu kaybetmez..’
Bab'Aziz
Vizontele
Vizontele, 2001 yapımı Yılmaz Erdoğan - Ömer Faruk Sorak filmidir. Senaryosunu da Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı film Hakkâri'de geçmekteyse de, burada çekim yapmanın zorluğu nedeniyle çekimler, Van'ın Gevaş ilçesinde yapıldı. Çoğunlukla BKM oyuncularının rol aldığı filmin 2004 yılında Vizontele Tuuba adlı bir devam filmi çekildi.

Güvercinler

Emin : İçinizde takla atmayan güvercinler var, kendini keklik zannedenler var, siz taklacı güvercinisiniz kardeşim; içinizde koca bir günü iki taklayla savuşturanlar var, hangilerinizden bahsettiğimi sizde çok iyi biliyorsunuz ama ben burda isim verip hiçbirinizi arkadaşlarınızın içinde şey etmek istemiyorum ama bu böyle gitmez kardeşim, bu böyle gitmez... Bundan sonra takla yok yem yok, takla yok yem yok. Yeter be, ee sen takla atma, o takla atmasın. Ben mi atacak taklayı? ...
Vizontele
Eşkıya
Eşkıya, başrollerini Şener Şen ve Uğur Yücel'in paylaştığı 1996 yapımı film. Yavuz Turgul'un yönettiği ve senaryosunu yazdığı Eşkıya, 1996-1997 sezonunda 2 milyon 568 bin 339 kişi tarafından izlenerek o tarihe kadar Türk sinemasının en yüksek gişe hasılatı elde eden filmi oldu. Bu başarı, 1980'li yıllardan itibaren üretim ve seyirci sayısı bakımından büyük bir çöküş yaşayan Türk sinemasının kaderini değiştiren bir dönüm noktası sayılmaktadır. Kasım 1996'da gösterime giren Eşkıya, kırdığı seyirci rekorunu 2001 yılına kadar elinde tuttu. http://tr.wikipedia.org/wiki/E%C5%9Fk%C4%B1ya_(film)

Ben buranın delisiyem, bir yere gidemem.

-Ceren ana sen misen? -He, sen kimsen? -Ben Baran'ım. -Baran, eşkiya... Döndün ha? -Döndüm Ceren ana...Köye Ne oldu? -Su geldi, her birşeyi örttü. Dediler ki, bize su gelecek buraya gedin burdan...Herkes yerini terk etti, bir ben burda kalmışam. Onlara gitmeyin dedim, beni dinlemediler. Sen mahpusa gittikten sonra düzen bozuldu eşkiya, kötüler bu işte galip geldi. -Mustafa nerdedir Cerenana, onu bulmam lazım. -Şehre gitti uzun yıllar önce... -Burası bitmiş artık. Herşey sulara gömülmüş. Yakında sıra mezarlarımıza gelecek. Sen de gel Cerenana benimle, kurda kuşa yem olacan buralarda.
Eşkıya
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Cemil Meriç'in meşhur eseri

Cemil Meriç Külliyatı Jurnal üzerine

"Ne garip bir oyuncak şu insan!Yürür,konuşur ve acı çeker.70 kilodur.Kendisine ve çevresine ait hiç bir şey bilmez.Bir nevi ıstırap makinesi.İplerini başkaları çeker.Hantal ve şapşal bir robot.Neye sevinir bilinmez.Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti.Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.Vücut araba,akıl arabacı.Ama gözleri bağlı arabacının,arabaya hükmeden atlar...Bu da haklı:Var olmak için yok olmak lazım,parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.Bütün musiki,bütün şiir,bütün aşk,bu bir çuval kemik,bu asi ten,bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar.Alkış sahtekarların..."

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
Neden Altını Çizdim?
İlk baskısı 1982 yılında eserde geçen bu sözler adeta bir kehanet gibi. Adım adım gerçekleştiğini bizzat müşahade ettiğimiz bir kehanet...

Bu mesele henüz halledilmiş değildir!..

Önümüzdeki günlerde yeni bir şeriat-tarikat münakaşasının bütün harareti ile ortaya çıkması ve İslami uyanışın iki değişik yönde çekişme konusu olması beklenebilir. Türkiye'nin geleneğinde din hayatının bu iki biçimi çoğunlukla te'lif edilmiş ve bir arada gitmiştir. Buna rağmen aradaki uzlaşmanın özellikle bugünkü nesiller bakımından organik bir anlam taşımadığını unutmamalıyız. Başka ifade ile, bu mesele henüz halledilmiş değildir. Tasavvufun İslam'daki yeri nedir? Bu soru ilk bakışta ilmi bir mesele olarak görünmektedir ki buna din açısından verilecek cevap din alimlerinin işidir. Diğer taraftan İslam tasavvufu İslam medeniyeti ve kültürünün özel bir yanı olmak itibariyle incelenmeye değer olmalıdır. Tasavvufun dini ve felsefi düşünce tarihindeki kaynakları nelerdir? Gelişmesi ve teşkilatlanması nasıl olmuştur? İslam dünyasındaki fonksiyonu hakkında neler söylenebilir? Bunlar ve benzeri sosyolojik soruların yanında bir de felsefi ve psikolojik sorular var: Mistik yaşantının mahiyeti ve kıymeti nedir? Mistik iddialar ne türlü kriterlerIe tahkik edilebilir? Mistik bilgi ile ilmi bilgi arasındaki fark nedir? İlh. Memleketimizde tasavvuf konusunda bugüne kadar çıkan kitap ve makalelerin bu sorulardan ziyade hep dinin nasları ile ilgili tarafı üzerinde toplandığını görüyoruz. Bir tarafta klasik tasavvuf kitapları veya bunlar istikametinde çoğu eskilerin tamamıyle tekrarından ibaret eserler, diğer tarafta din veya ilim açısından bunları tenkid eden ve -maalesef- birincilere göre seviye ve kalitesi hayli düşük olan yayınlarla karşılaşıyoruz. Tasavvufun aleyhinde bulunanların hücumlarının pek büyük bir kısmı klasik metinlerin kabataslak yorumlanmasından, yani bilgisizlik ve düşünce kısırlığından ileri gelmektedir. Fakat bunların karşısında tasavvufu savunanların da yine klasik metinlerin gölgesine sığınmaktan başka herhangi bir düşünce canlılığı gösterdiklerine şahit olmuş değiliz. Eski müelliflerin eserlerini tercüme ve şerh eden birkaç kıymetli araştırıcımızın metod kusurları onların çalışmalarının değerini önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu çağdaş yazarlar metin açıklamalarında bile eski şerh metodunu tıpatıp uyquluyorlar, yani müelliflerin fikirlerini yine onların bakış açılarından genişletmekten ve misallendirmekten başka bir şey yapmıyorlar. O kadar ki, bu kitaplarda müellif ile yorumcuyu birbirinden ayırmak imkansızdır; bugün yapılan bir şerhin bundan beş-altı yüz yıl önce yapılmış olanlardan sadece tarih farkı vardır.

Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.

Kaybedecek bir şeyi olmayanların şirretliklerini cesaret sanıyorlar.

Kaybedecek bir şeyi olmayanların şirretliklerini cesaret sanıyorlar.. aptallar. Cesaret .. ve kahramanlık değerli bir şeyler elde edebilmiş kimselerin üstünlüğü .. ve ayrıcalığıdır. Kelle koltuktaymış .. mendebur! Canının beş para etmediğini kendisi de biliyor da onun için kellesi koltuğunda.

Sayfa Sayısı
190
Yazılış Tarihi
1930
ISBN
978-975-10-3118-1
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılap Kitabevi
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Bence, Refik Halit’in affı kararı üzerinde bu içli yazılarının tesiri büyük olmuştur. Atatürk’ün bunları okuyup duygulandığını yakından biliyorum. Fakat, birkaç zamandır gönlünde beslemekte olduğu bu af arzusunun nihayet kanuni bir şekilde uygulanmasına yol açan yazı –buna bir eser de diyebiliriz- öyle sanıyorum ki, Refik Halit’in Deli adlı küçük bir komedya kitabıdır.Atatürk, hiçbirimizin görmediği bilmediği bu eserciği nereden bulmuştu ve ona kim göndermişti hatırlayamıyorum.
Neden Altını Çizdim?
Osmanlı zamanında komaya giren Maruf Bey, yaklaşık yirmi sene komadan çıktığında rejim değişmiş, cumhuriyet ilan edilmiş, bıraktığı dünyadan geriye pek bir şey kalmamıştır. Bu konuşmalar onun kısa sürede yaşanan değişimi öğrenirken nasıl dehşete düştüğünü anlatır.

Başpapaz neden mahrum kalsın?

ÖZDEMİR — Büyükbaba ile spordan bahis açmıştık... VACİT BEY — (Maruf Bey'e) Spor, beden-i idman manasına geliyor, cimnastiğin yeni bir tarzı... MARUF BEY— Hah şöyle... Anladım, anlıyorum. Hani Moda'da İngilizler yapardı... Koşarlar, top oynarlar, denize girerler... AYTEN — Evet, öyle. Bunu şimdi bütün millet yapıyor, büyükbaba! Ben mükemmel yüzüyorum, Kaya Turgut'la Ali Şefik'i geçen gün geçtim. VACİT BEY — (Mağrurane) Evet geçti. Sahildeki ahalinin alkışlarını görmeliydiniz. ÖZDEMİR — Koltuklarım kabardı; bütün arkadaşlar gelip benim elimi sıktılar. "Kız kardeşinin vücudu enfes, bir diyan gibi..." dediler! MARUF BEY— (Hayretle) Ya? (Tekrar eder) "Kızkardeşinin vücudu enfes..." dediler ha? AYTEN — Denizden çıkar çıkmaz İstanbul Müftüsü alnımdan öptü. MARUF BEY— Müftü Efendi alnından mı öptü? (Hiddetini belli etmeyerek) İyi ki Şeyhülislam Efendi de yanaklarından öpmemiş. Patrik Efendi de öptü mü? AYTEN — Amerikan mektebi müdürü Mister Tomson göğsüme nişan taktı. ŞEBNUR — Karşımızdaki kilisenin başpapazı da oradaydı ya... MARUF BEY— Memnun oldum, başpapaz neden mahrum kalsın? (Birden) Haydi, hepiniz başımdan gidiniz bakayım! HEP BİRDEN — Ne oldunuz? MARUF BEY—Yoruldum, biraz dinlenmek istiyorum, şuraya kanapeye uzanacağım.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Hangi İslâm Devleti?

İmam'ın hayatında, İslâmî önderliğe ilişkin kimi sorularımıza ve sorunlarımıza cevap bulabileceğimizi sanıyorum. Bugün İslâmî hareketin temel sorunlarından biridir önderlik sorunu. Bu sorunun çözümü için öncelikle entellektüel birikim gerekmektedir. İslâmî önderliğin kendine özgü felsefesi ortaya konulmadan, konuşulup tartışılmadan, elbette sağlıklı sonuçlara ulaşılamayacaktır. Çünkü önderlik sorunu devlet sorunundan önce gelmektedir. Müslümanların bir buhranı yaşadığı mahrumiyet şartlarında önde yürüme cesaretini gösterenlerden bazılarının, kendilerine İslâm tarihinin en netameli dönemlerinden örnek seçmeleri de gösteriyor ki, bu alanda entellektüel bir boşluk yaşanmaktadır. İmam-ı Azam, asrısaadeti ve Hulefa-i Raşidin'i 'fazla ideal' bulup, kendilerine 'şanlı tarih'in saltanat zağarından önder ve örnekler beğenenlere iyi bir yol gösterici ve uyarıcı olabilir, İmanını canı pahasına muhalefet ettiği modelin en silik kopyalarına 'İslâm' diye, 'tarih' diye, 'devlet' diye sarılmanın ve onun rüyalarıyla yatıp kalkmayı 'devlet şuuruna ermiş olmak' sayıp, bunu bir ayrıcalık gibi sergilemenin ne büyük bir yanılgı olduğu artık öğrenilmeli. Gerçekten de bugün 'İslâm devleti' kavramının birçok müslümanın zihninde oluşturduğu imaj, aslında İslâmla taban tabana zıt olan 'saltanat devleti'dir. Asrısaadet ve raşid halifelerin, hukukun üstünlüğünü esas alan, adalet ve şûraya dayanan nebevî yönetiminden değil de, sefahat ve istibdata dayanan saltanatlardan İslâmî yönetime ulaşmada kılavuzluk yapmasını istemek, hâlâ "kırk katır mı, kırk satır mı?" ikileminde bocalamak demektir. Bu durumda, 'nebevî hilâfet' ve 'sultanî hilâfet'in tarihini bilmek daha bir önem arzediyor.