Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
342
Baskı Tarihi
2003
ISBN
975-8264-33-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
M. Nuri Gençosman
Çocuk, yağmur, Allaha yakınlık..
Çocuğu görmez misin ki bilhassa büyüklere tasarruf eder. Büyük kendi üstün mertebesinden inerek çocukla oynaşır, onunla çocuk gibi konuşur, çocuğun aklıyla düşünür. Şu halde o çocuğun teshiri altındadır. Fakat bunun farkında değildir. Sonra çocuk büyüdüğü vakit kendi terbiyesine ve himayesine alır, kendi işini yürütmeye, onu kendine alıştırmaya çalışır. Canı sıkılmamak için onunla oyalanır. İşte bu haraketlerin hepsi küçüğün büyüğe karşı yaptığı şeylerdir ve çocukluk makamının kuvvetinden ileri gelmektedir. Çünkü çocuğun Rabb'ına ilgisi daha yakındır. Halbuki büyük Rabb'ından daha uzaktır. Böyle olunca Allah'a en yakın olan kimse ondan en uzak olanı teshir eder. Nasıl ki sultana yakın olan kimseler de bu yakınlıkları dolayısıyla ondan uzak olanları teshir ederler. Allah Resulü Hazreti Muhammed, yağmur yağdığı zaman damlaları kendine isabet etsin diye mübarek başını açarak altında dururlardı. Sebebini soranlara, "yağmurun Allah ile ilgisi yenidir." buyururlardı. Peygamberin Allah'a olan marifetine bak ki, onu hangi sebep yüce, üstün ve parlak kılmıştı? Şu halde yağmur Allah'a yakın bulunmak dolayısıyla insanların en yücesi ve en faziletlisi olan Peygamber'i teshir etmiştir. Bu sebeple yağmurun getirdiği feyzden faydalanmak için kendilerini ona arz ederlerdi. Demek ki yağmurun getirdiği şeyden Peygamber için ilahi bir faide hasıl olmasaydı mübarek nefsini onun tesirine arzetmezdi. Yağmurun bu risalet ve aracılığı suyun risaletidir. Çünkü Allah "Canlı olan her şeyi sudan yarattık." buyurdu. Bunu iyi anla!..
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
154
Baskı Tarihi
2010
ISBN
978-975-6006-67-2
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Samed Karagöz
Gariplerin Kitabı
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
147
Baskı Tarihi
Son baskı : Ağustos / 2010
ISBN
975-6841-14-1
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
İsmet Özel
Orijinal Adı
The Book of Strangers
Son baskısı Şule Yayınları'ndan...
Rüyalar Bazen Gerçek Olur
Şafak vaktine yakın bir zamanda rüya gördüm. Bir yükseklikte, rüyaların rüya olduğu bir yerdeyim. Yanı yöresi belirgin değildi bulunduğumuz yerin. Altı ve üstü yoktu. Hep beyazlar giyinmiştik. Anlamadığım bir dilden duyduğum sesler kulağımdan eksilmiyordu. Kendimi bir adamın önünde secde eder halde gördüm. Adam ışıltılı bir canlılık içine gömülmüştü ve adamdan yayılan enerji benim gözeneklerime işliyordu. Ona bakamıyor ama onun bana baktığını hissediyordum. Hem korku, hem de tatlı bir korunma duygusu içindeydim. Beni o güne kadar duymadığım, uyanınca da hatırlamadığım bir adla çağırdı...
Abdullah Dağıstanî gönderdi...
Bu garip adam gözlerini dosdoğru yüzüme dikmişti. Hoş bir siması vardı, gözleri nemli ve ışıl ışıldı. (...)Bu adam, hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu yabancı benim için gerçek bir manevî yoldaş oluvermişti. Onun varlığı onca umutlarımı haklı çıkarmaya yetiyordu. Sözü alarak konuşmaya başladı:
"Beni sana manevî üstadım şeyh Nun Kıbrısî'nin Şeyhi, Şeyh-i Ekber Abdullah Dağıstanî gönderdi. Şeyh-i Ekber halen ahirette olduğu için, kendisi hakkında daha çok bilgi edinmek istersen Şeyh Nun ile temas kurmanı tavsiye ederim. Şeyh-i Ekber bana aradığın Şeyhi ve ayrıca diğer aradıklarını da bulacağını söyledi."
Ağlıyordum. O konuştukça ben ağlıyordum. Bana bir çok şey anlattı. Allah'tan, Resulullâh Muhammed aleyhissalâtü-vesselâmdan, bütün peygamberlerin (aleyhimüsselam) kardeş oluşundan, İslâm'ın Allah'a teslimiyet yolu olmasından ve hak aşıklarının arayışça ikiye ayrılışından, kendisinden 'Ehl-i Zahir' dediği, daha çok ritüeller ve biçimlerde kalıp sadece zahirî olanı arayanlar ve ritüellerden ve biçimlerden geçip mânâ okyanusuna varmak isteyenlerden, yani 'Ehl-i Bâtın'dan- sözetti.
En güzel müslümanlar...
İlk turlarımız sırasında Türkiye'den gelen bir adamla tanıştık:
"Burada konuşman gereken biri var," dedi İbrahim, "Bu kardeşe çok dikkat et, çünkü sana Sufî diliyle konuşabilir.(..)
Bu karmaşık uyarıdan sonra, İbrahim kalkıp gitti. Orada kalıp, bir süre söylediklerinin anlamını çözme çabasıyla kendi içime daldım. Kimi büyük Sufîlerin eserlerini okumuş ve bunların güzelliğinden ve derinliğinden hayli etkilenmiştim. En güzel müslümanları hep onlar arasında görmüş ve gizliden gizliye hep onların safına katılabileceğimi ummuştum.
Ne mutlu bize!
O yapışkan örümcek ağı. Gitar sesi, dudak boyası ve mikrofon. Ses seslikten, dudak dudaklıktan çıkmalıdır. Fitne vücuda adım adım yayılmalıdır. Toprağın üzeri asfaltla kaplanmalı, insanlar arabalara binmeli, ayakları yerden kesilmelidir. Sebzelere sun'î gübre verilmeli, tüpte çocuk üretilmelidir. Yeryüzü devasa bir tiyatro sahnesidir, herkes rolünü ezberlemeli.
- Siz hangi rolde oynuyorsunuz?
- Ben alçak rolündeyim.
- Ya siz?
- Aldatılmış koca.
- Peki sizin rolünüz nedir?
- Para yiyorum, küçük bir rol, ama mühim dedi rejisör.
- Aranızda Allah korkusu duyan var mı? Hep bir ağızdan ve çığlık çığlığa:
- Onu unuttuk. Ne mutlu bize onu unuttuk...
-Peki size bir şey sormak istiyorum.
Buyurun
- Haram ne demek?
Kör kuyuya taş atmıştı. Adamın yüzü aniden duvar. Sesinde mütereddit bir ton bulunmamasına özellikle dikkat ederek;
- Ben ateistim Engin Bey.
Acaba bu cevap "uygun" düştü mü diye duyulan tedirginlik.
- Peki insan ateist olunca kavunun tadı değişiyor mu?
Sükût.
Harama batmamış bir belde?
- Kazandığın her şeyden vazgeç. Bırak onları.
.................
- Tövbe et.
- Nereden çıkarıyorsun şimdi bunları Süheyla. Biliyorsun ben yoksul bir ailenin çocuğuyum. Yıllarca didindim, bir yere geldim. Benden bunları isteme.
- Harama batmışsın. Mülevves bir ortamda çırpınıp duruyorsun.
- Peki tutalım ki sen haklısın. Ne olacak o zaman?
- Hayatımızı birleştiririz.
- Evet..
- Harama batmamış bir beldeye, hicret ederiz.
...............
- Hadi ne olur niyet et, içindeki ürpertiye kulak ver, hadi yalvarıyorum.
...............
- Bana bak, yüzüme bak, sana teslim olacağım. Seninle birlikte Hakk'a teslim olacağız.
...............
- Engin. Heyyy.. Yoksul ve temiz çocuk. Sana sesleniyorum.
...............
Miniminnacık bir yalnızlık daha..
Mesela dün saç tokalarımdan birini kaybettim. Bir süre telaşla arandım durdum. Odadan odaya, dolaptan dolaba gidip geliyorum.
Aman Allahım!..
Ne kadar çok saç tokam varmış benim.
Benim ne kadar çok el çantam, kol çantam varmış.
Bunların içinde, üzerinde küçük mavi-pembe mineli çiçekleri olan saç tokam kayboluvermiş.
Nedense ona pek önem verirmişim.
İşte bu küçük eşyanın beni yalnız bıraktığı gün. Onun benden, benim ondan kurtulduğum gün, böylesine miniminnacık bir yalnızlık daha edinmiş oldum. Kim bilir içinde daha nice saç tokaları, nice el-kol çantaları çöreklenmiş yatıyor.
Türkiye'nin Ruhu - Cemil Meriç
Yıl
Yönetmen
Yönetmen - Şafak Bakkalbaşıoğlu
Senaryo - Metin Tavukçuoğlu
Seslendiren - Erdal Beşikçioğlu
Yapım - BBO Yapım
Yönetmen Ekibi - Soner Sevgili, Funda Uluköse
Danışman - Dücane Cündioğlu
Konsept ve Senaryo - Metin Tavukçuoğlu
Müzikler - GileM (Kemal Sahir Gürel, Erdal Güney, Hüseyin Yıldız, Ayşe Önder,
İrşad Aydın)
Seslendirme - Cüneyt Türel, Ahmet Mümtaz Taylan
Aydınlarımızdan biri de Cemil Meriç’ tir. Ülkesinin geçmişini, hâlini ve geleceğini sırtlanan bir aydın... Türkiye’ nin Ruhu, Cemil Meriç’ in ayna kişiliği üzerinden, başta Cumhuriyet dönemi olmak üzere son ikiyüz yıllık düşünce ve siyaset maceramızı, Batılılaşma çabalarımızı ve bu uğurda yapıp ettiklerimizin üzerimizdeki etkilerini, sanat ve edebiyat sorunlarımızı irdelemek ve yarınlarımıza daha kendinden emin bakabilmek için gerekli düşünce ipuçlarına vakıf olmak, kısaca “Türkiye’nin Ruhu” nu sorgulamak amacını taşır. Türkiye’nin Ruhu belgesel film projesi, Cemil Meriç konulu üç kitaba imza atmış olan gazeteci - yazar Dücane Cündioğlu danışmanlığı ile yola çıkmış bir çalışmadır. Türkiye’nin Ruhu, Metin Tavukçuoğlu’ nun kalemiyle senaryolaştırıldı. Filmin Müzikleri, aralarında Kurşun Yarası, Son Osmanlı – Yandım Ali, Elveda Rumeli gibi çalışmaları da bulunan, usta müzisyen Kemal Sahir Gürel ve ekibinin imzasını taşıyor. Filmi, usta oyuncu ve seslendirme sanatçısı Cüneyt Türel’ in seslendirirken, Cemil Meriç’ in sesi ise oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan oldu. Tiyatro, sinema ve televizyon dizisi çalışmalarından tanıdığımız Erdal Beşikçioğlu ise Türkiye’ nin Ruhu’ nun en özel bölümlerinden biri olan ‘muamma hikayeler’ in anlatıcısı olarak çıkıyor karşımıza. Yapım aşamasında, İstanbul, Ankara, Hatay’ ın yanı sıra Cemil Meriç’ in hayatında özel bir yeri olan Paris’ te de çekimler ve arşiv çalışmaları gerçekleştirildi. Cemil Meriç, eserleri ve Türkiye’ nin Ruhu konusunda 70 önemli isimle söyleşiler gerçekleştirildi.
İnsan en değersiz şeyini kaybedince her şeyi kaybettiğini anlar
Pers imparatoru Kandiş Mısır seferine çıkarken zaferinden emindi. Çünkü bütün kâhinleri ittifak halindeydi. ”Zühre yıldızı” demişlerdi hep bir ağızdan; “İmparatorun burcuna girdi.” Mısırın fethi yakındı. Öylede oldu. Kırk gün kırk gece sürer Nil’in yanı başındaki savaş. Ve Mısır düşer. Ama önceden müjdelenmiş bu fetih acımasız Pers İmparatoruna kâfi gelmez. Merkiz kalesinin önüne bir otağ kurdurur ve mağlup Mısır Kralı Kısamelutu huzuruna çağırtır. Amacı bellidir mağlup kralı daha da aşağılamak.
Türkiye'nin Ruhu - Cemil Meriç