Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Sis

Sis, ameliyesini aydınlığın üzerinde yaptığı için olsa gerek biraz da zihnin hallerine benzer. Onun için daima muhayyeleyi gıcıklar. Görüş plânlarımızı altüst eder, eşyayı değiştirir, aralarına acayip mesafeler koyar, onları tabiî halde tanımadıkları bir yalnızlıkta karşımıza çıkarır. Hülâsa, san'atın büyüsünü, yahut nizamını günlük hayatımızda kurar. Onunla karşılaşınca ister istemez bir çeşit yaratmaya mahkûm oluruz. Hangi İstanbul'lu sisli mevsim sabahlarında veya geceleri yatağında o acı düdük seslerini dinlerken az çok şâir değildir?

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
81
Baskı Tarihi
2009
ISBN
978-975-510-355-6
Baskı Sayısı
28. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Editörü
Şebnem Sunar
Mütercimi
Ayça Sabuncuoğlu
Orijinal Adı
Schachnovelle

Hiçlik

Bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
115
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1970
ISBN
975-390-044-9
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
E Yayınları
Mütercimi
Aydil Balta
Orijinal Adı
Being There
Nitelikleri olmayan saf ve dünyadan bi-haber bir bahçıvanın bir dizi rastlantı sonucunda nerdeyse politikanın en üst basamaklarına kadar tırmanma şansını yakalamasının anlatıldığı roman, bir bakıma Amerikan medya kültürüne yönelik de bir taşlamadır.

Vizontele

Televizyonda onu seyredenler, karşılarındaki adamın gerçekte kim olduğunu bilmiyorlardı; ona hiç rastlamadıklarına göre nasıl bilebilirlerdi? Televizyon sadece kişinin yüzeyini yansıtıyordu; televizyon seyircilerinin gözleri tarafından yutularak bir daha görünmemek üzere yitip kaybolana dek, bıkıp usanmadan kişinin vücudunun görüntülerini yolluyordu. Domuz burnunu anımsatarak üzerine yönelen üç duygusuz objektifli alıcılara karşı, Chance milyonlarca elle tutulur kişi için sadece bir görüntü oldu. Düşüncesinin filmi çekilemediğinden, onun ne denli gerçek olduğunu asla öğrenemeyeceklerdi. Chance için de televizyon seyircileri, kendi düşüncesinin ekrana yansıması olarak, görüntü olarak vardı. Onlara hiç rastlamadığı ve düşüncelerini bilmediği için ne denli gerçek olduklarını asla öğrenemeyecekti.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Yayın Evi
Kaynak
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

İlerici Bir Hoca

Yine bir bayramdı. Arkadaşlarla hocanın evine gitmiştik. Yemeği yedik; sohbet başladı. Böyle günlerde öğleye kadar kalırdık. Memleket, millet meseleleri konuşuluyordu. Herkes düşündüğünü söylüyordu. Serbest bir konuşma idi. Aramızda, bizden yaşlı olmakla beraber tahsilde bulunan, sonradan Türkiye'de Diyanet'te vazife alan Hamdi Kasaboğlu da vardı. O serbestlik havası içinde, içinden geçenleri ortaya dökmekte bir mahzur görmemiş olmalı ki, biraz da şakaya vurdurarak, konuşmaya başladı: "İnşallah memlekete döndüğümde, öyle, 'şu haramdır, bu helâldir.' diye milleti perişan eden hocalardan olmayacağım. Bu hocalar milleti perişan ettiler. Millet ne yapacağım şaşırdı. Bilhassa 'Şapka haramdır.' diyenlere karşı, 'Bakın millet, ben iki şapka birden giyiyorum..." diyeceğim. Kasaboğlu'nun öyle yarı şaka yarı ciddi söylediği bu lâfları, İhsan Efendi, ciddiye aldı. O zamana kadar kendisinde görmediğimiz kadar kızarak, onun sözünü kesti. "Sus ulan, dangalak, sahtekâr!" diye bağırdı. Sonra şunları söyledi: Şakanın da bir haddi, bir sınırı, bir ölçüsü vardır. Bu şaka değil! Burada sana ağabey nazarıyla bakan çocuklar, genç talebeler var. Seni ağabey biliyorlar... İki şapkayı giyip de, memlekete ne kazandıracaksın? Türkiye'deki âlimler, Müslüman millet, seni tasvip edip alkışlayacaklar mı sanıyorsun? Senin yüzüne tükürecekler... Yahu sen memleketi ne zannediyorsun? Sen bu sözleri orada söyleyemezsin bile... Bu millet, dua almış, büyük millettir. Onun imanı böyle herzeleri kabul etmez. Millet başına geçenlerin hıyanetleri yüzünden şimdi şaşkın ve üzgündür. Bu günler geçecek. Millet uzun harplerden, kıtlıklardan çıktı. Biraz kendini toplasın, bak neler olur! Namık Kemal merhumun dediği gibi, Hakir olduysa millet şânına noksan gelir sanma Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten Bu millet de çabucak yerden kalkacak, eski şanlı günlerine dönecektir. İhsan Efendi, Kasaboğlu'nun sözlerini ciddiye alarak, hem ona, hem de bizlere iyi bir ders vermişti. Bu Kasaboğlu gibi birkaç tanesi, o zamanlar, artık gerçek mi, gösteriş mi bilmem, Kemalistlik davası güder, Mustafa Sabri Efendi'ye filân, bayramlaşmaya bile gelmezler, sık sık sefarethaneye koşarlardı...

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Neden Altını Çizdim?
Tartışılacak sözler... Ama ilginç sözler...

Devlet Zorbalığı

Osmanlı entelektüel dünyasının zamanla saplanmış olduğu dar muhafazakârlığın kaynakları, belki de İslam dininin yapısından çok, devletin zorbalığına karşı toplumun geliştirdiği bir içe-kapanış refleksinde aranmalıdır.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
207
ISBN
978-605-4195-17-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün
Editörü
H.Ahmet Menteş

Küpler

Hakkı Kamil Beşe şöyle söyler: "Yerden göğe küp dizseler Birbirine benzetseler En alttakini çekseler Seyreyle sen gümbürtüyü." İşte en alttaki küp toplumda din adamıdır ve yerinden çekilmiştir. Müslüman toplumlardaki karmaşa ve kaosun sebebi budur.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Bozuk Düzen!

Bozuk düzen ne demek? Düzen, "nizam" karşılığı. Nizam bozuksa nizam değildir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Yazılış Tarihi
2000
Baskı Sayısı
0. Baskı

Kinyas ve Kayra'dan

Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu. Şiir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koydum. Biraz zaman kazandım böylece. Sonuncusunu ise şimdi yazdım. İşte geliyor: Sözlerimin sonunu duymadığın zaman. Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman. Değiştiriyorum son kelimelerimi. Değiştiriyorum sonumu.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
59
Yazılış Tarihi
1999
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Şule Yayınları

Sevgili Dost

Sevgili Dost, Köpekbalığının kanı,yarasanın karanlığı sevmesinde ne var? Hüner,geceye rağmen güneşi,kana rağmen hayatı sevmekte.Oruçken su içmekte ne var! Hüner ölürken suyu reddedebilmekte."İsar" deniliyor buna. Yani tercih. Yani sevmek;yani göstermek üstün olanı. Sevgili Dost, Yazın buharlaşmayacak,kışın donmayacak,sonbaharda yapraklarını dökmeyecek,yani hep aynı kalacak ya da artacak sevgi.Altını görünce gümüşten,gümüşü görünce bakırdan vazgeçmeyecek.Tagore gibi;"İstediğin zaman lambayı söndür.Senin karanlığını da tanır ve severim" diyecek. Sevgili Dost, Kimi balık tutmak,kimi okumak için,kimi televizyon seyretmek,kimi maça girmek için,kimi okula yetişmek,kimi işe girmek için,kimi randevusuna yetişmek,kimi namazı kaçırmamak için uykularını ellerinin tersiyle ittiler. Sevgili Dost, Sevgi nedir? Nedir,seni uykularından vazgeçirecek şeyler?

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
637
Baskı Tarihi
haziran 2009
ISBN
978-9944-88-666-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İş bankası
Editörü
Ali Alkan İnal
Mütercimi
Ayşe Hacıhasanoğlu
Orijinal Adı
Воскресение
Diriliş büyük Rus yazar Lev Tolstoy tarafından, geçirdiği ruh ve inanç buhranın ortasındayken yazılır. Kurumsallaşmış "modern" kilisenin ikiyüzlülüğü ve gerçek Hıristiyan ruhundan uzaklaştığını düşünen yazar, bu fikirlerini romanın temelinin bir kısmını oluşturmak için kullanmıştır. Romanın temelinin diğer kısmını ise hayatının sonlarına doğru daha çok inanmaya ve savunmaya başladığı, insan yapımı yasaların asla hakkâni ve adîl olamayacağı fikri oluşturuyordu.

Suç ve Suçlu Üzerine

Patron, işçilerle arasında geçen tatsız bir olay yüzünden bu yıl işine son vermiş, o da işsiz, yersiz yurtsuz kalnnca kentte başıboş dolaşmaya, elindeki son birkaç rublesiyle, içmeye baslamis. Meyhanede, kendisi gibi işinden atılmış, ayyaş bir çilingirle tanışmış, bir gece sarhoşken asma kilidi kırıp, ellerine ilk geçen şeyi çalmışlar. Yakayı ele vermişler tabiî. Suçlarını itiraf etmişler. Ceza evine koymuşlar onları, duruşma gününü beklerken ölmüs çilingir. Simdi de çocugu, toplumdan uzaklastirilmasi gereken tehlikeli bir yaratik gibi yargiliyorlardi. Nehlüdof çevresinde olup bitenleri izlerken düsünüyordu: «Dünkü sanik gibi tehlikeli... Onlar tehlikeli de biz degil miyiz sanki?.. Rezil, yalanci, alçak bir insanim ben, hepimiz öyleyiz. Beni oldugum gibi taniyanlar, küçük görmedikleri gibi, sevip sayanlar da benim gibi degil midirler? Bu çocuk toplum için su salonda bulunan insanlarin en zararlisi olsa bile, söyle bir düsünecek olsak, düstügü durumda elinden baska ne gelirdi zavallinin, ne yapabilirdi? Bu çocugun hiç de öyle tehlikeli bir suçlu olmadigi, —herkes farkinda bunun— kisiyi suç islemeye iten kosullarin içine düstügü için suçlu oldugu apaçik ortada aslinda. Sonra su da apaçik ortada: Toplumumuzda bu çesit çocuklarin görülmesini istemiyorsak, böyle zavalli yaratiklari olusturan kosullari ortadan kaldirmaliyiz önce. Oysa biz ne yapiyoruz? Elimize rastlantiyla geçen böyle bir çocugu yakaliyor -yakalayamadigimiz böyle binlerce çocugun daha oldugunu bile bile- ceza evine tikiyoruz. Onun gibi zavalli, hayatta yolunu sasirmis bir sürü insanla bombos oturtuyoruz onu da, ya da sagliga zararli, anlamsiz isler yaptiriyoruz; sonra da en ahlâksiz, tehlikeli insanlarin arasina katip, devlet parasiyla Moskova'dan Irkuts iline yolluyoruz. Bu çesit insanlarin ortaya çikmasina yardim eden kosullari yok etmeye çalisacak yerde, bos durmaktan, hiç bir sey yapmamaktan da öte, bu kosullarin dogdugu kuruluslari destekliyoruz. Bu kuruluslar bellidir: Fabrikalar, atelyeler, meyhaneler, içkili yerler, genelevler. Bunlari ortadan kaldirmadigimiz gibi gerekli olduklarina inaniyor, daha iyi islemeleri için elimizden geleni yapiyoruz. Böyle milyonlarca insan yetisiyor, sonra bunlarin bir tanesini yakaliyor; bir sey yaptigimizi, tehlikeyi uzaklastirdigimizi, onu Moskova'dan Irkuts iline sürmekle görevimizi tam olarak yerine getirdigimizi saniyoruz... (Nehlüdof, albayin yaninda, sandalyesinde oturuyor, savunma avukatini, savci yardimcisini,baskani dinler, onlarin kendine güven dolu tavirlarina bakarken büyük bir açiklikla düsünüyordu bunlari. Bu kocaman salona, duvardaki portrelere, lâmbalara, koltuklara, resmî giysilere, kalin duvarlara, pencerelere bakti söyle bir: içinde bulundugu yapinin büyüklügünü, adlî örgütün çok daha büyük oldugunu; yalniz burada degil, bütün Rusya'da, bu, hiç kimseye bir yarari dokunmayan komedi için aylik alan memur, yazici, bekçi, hademe ordusunu düsündü). Bu göz boyama ne çok çaba gerektiriyor böyle... Bu çabanin hiç degilse yüzde birini, huzurumuz için birer araç gibi gördügümüz, toplumdan atilmis su zavallilara yardim etmeye harcasaydik ne olurdu acaba? (Nehlüdof, çocugun ürkek, soluk yüzüne bakti). Yoksullugun zorlamasiyla köyden kente gönderildiginde ona aciyan, yardim elini uzatan biri çiksaydi karsisina... kente geldikten sonra bile, on iki saat çalistiktan sonra gece fabrikadan çikip, kötü arkadaslariyla meyhaneye gittigi zamanlar ona, «Gitme öyle kötü yerlere Vanya,» diyecek birine rastlasaydi gitmezdi çocuk, serseri olmazdi, düsmezdi bu duruma... Ama aciyan çikmadi ona; bitlenmesin diye saçlarini sifir numaraya vurdurtmus, ustalarin ayak islerine kosar, kentte küçük bir yabani hayvan gibi yasarken bir iyi yürekli insanla karsilasmadi; tam tersine, kente indikten sonra ustalarindan, arkadaslarindan hep ayni seyi isitti: Yaman delikanli olmak için iyi dolap çevirmesini bilmenin, çok içmenin, iyi küfür etmenin, iyi dogusmenin, rezalet çikarmanin gerektigini. Agir çalisma kosullarinin hasta ettigi, bozdugu, sarhoslugun, ahlâksizligin, serserilige sürükledigi, sersemlestirdigi bu çocugu, issiz güçsüz sokaklarda dolasirken, akilsizligindan, bir ambara girdi, hiç kimsenin isine yaramayacak iki üç yolluk kilim asirdi diye bizler, bütün bu okumus, zengin, geleceklerine güvenle bakan insanlar yakalamisiz; onu bu duruma düsüren nedenleri ortadan kaldirmaya çalisacagimiza, bu çocugu cezalandirmakla her seyi düzeltmek istiyoruz. Korkunç bir sey bu! Bu canavarlik midir yoksa aptallik mi, anlamak güç dogrusu. Sanirim ikisinin de en asirisi.» Nehlüdof önünde konusulanlari duymuyordu artik, hep düsünüyordu. Bu gerçek onu bile dehsete düsürmüstü. Bunu simdiye kadar nasil sezinleyemedigine, baskalarinin bu gerçegi nasıl göremedigine sasiyordu.