Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

İnsan

Günay Rodoplu'yu izlerken, doğaüstü birşeylere tanık olduğum duygusundan hiçbir zaman kurtulamadım. İsa'ya duydukları aşkal, onun acıları ile özdeşleşen rahibelerin avuçlarında çarmıha gerilen peygamberlerinin avuçlarındaki çivi delikleri gibi delikler açılabildiğini, kanlar boşandığını biliyordum. Bence buna benzer birşeydi Günay'ınki de. İstediği kadar koptuğunu söylesin, insanlarla öylesine özdeşleşiyordu ki, onlar adına kinlenen, utanan, sevinen, savaşan, acı çeken hep oydu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Malumat

'Malumat'ı, 'bilgi'den ayırırdır, Günay Rodoplu. 'Bilgi' esasa, öze dönük, hayatın bütünüyle çakışan, hayata asılan, hayatı açıklayan, yorumlayan, aydınlatan ışık; 'malumat' ise öğretilmiş, belleğe stok edilmiş, ama hayata eğreti duran kazanımlar bütünüydü. 'malumat' sahibi olmak erdem değildi. Tersine, amaçsız malumat, insanların zihni ve ahlaki masumiyetlerini kaybetmelerine neden olurdu. 'Malumatçı'lar asla kullanılmayan eşyalarla tıklım tıklım dolu bir odada, her an bir şeye çarpıp devirmek korkusuyla hareket edemeyen, iğdiş edilmiş istifçilerdi.

Türü
Köşe Yazısı
Sayfa Sayısı
488
Baskı Tarihi
2003
Yazılış Tarihi
1993
ISBN
978-975-437-101-7
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Editörü
R.Güler-E.Kılıç

İnkılapçılar

İstikbal de onların nazarında son derece dardır. İnkılapçılar '' biz adam olmayız '' iddiasındadırlar. Her gün '' devletimiz battı batacak'' telaşı içindedirler. Kalkınabilmemiz için astronomik bir zamana ihtiyaç olduğuna inanırlar, çünkü onların gözünde yüz yıllık felaketli bir tarihi olan bir millet ancak astronomik bir zamanda adam olabilir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Bunalım Çağı

Kafka, Avrupa'nın Bunalım Çağı'nın ürünüdür. dediğini hayal ettim. İzleyecek diyaloğu da hayal tahmin edebiliyordum. "Nasıl yani?" "Basbayağı işte. Bunalım çağı. Malum, (bu malum, ayıp olmasın girizgahıydı, yoksa, nereden malumdu? Kime malumdu?) Yirminci yüzyılın başına gelindiğinde Batı Avrupalıların büyük çoğunluğu dünyada herşeyin yerli yerinde olduğu, ufak tefek aksaklıklar varsa, bunun da akılcılık ile bilimin yenilmez ittifakı sayesinde çözüleceği inancı içinde, rahat ve güvenliydiler. Ancak, bir elli yıl kadar sonra bu huzur yerini bunalıma benzer bir tedirginliğe bıraktı.Düşünce tarihçilerine göre, 1950'lerde yayınlanan üç roman, Orwell'in '1984'ü, Gheorghiu'nun '25 Saat'i -bildiğim kadarıyla, Türkçeye çevrilmedi, yerine saçma sapan bir filmini gördük Koestler'in 'Özlem Çağı' Batı dünyasının 'Bilim Çağı'nı geride bırakıp, bir tür dini intibah, yeniden doğuş çağına giriyor olmasının ilk kanıtlarıydı. Bu dinin, Luter ya da Aquinas zamanında olduğu gibi, kültüre egemen olması anlamında değildi ama kendi deyişleriyle, bilimin artık 'kutsal inek' olmaktan çıkması anlamındaydı. Bu bağlamda yirminci yüzyıl insanı geleceğine ilişkin, kendisinden önceki 'din çağı' ve 'bilim çağı' insanı gibi güvenli olmaktan çıkmıştı." "Nasıl güvenli?" "Senin dünya görüşüne, komünizme duyduğun gibi güven. Müslümanın şeriat düzenine duyduğu gibi güven. Geçen yüzyıl bu anlamda güvenli burjuvası gitti, onun yerine hayatı üzerindeki denetimini tamamen kaybetmiş olduğunu dehşetle farkeden insanalr geldi. Aynı şekilde, ülkeler ve uygarlıklar da siyasi ve ekonomik geleceklerine egemen olmaktan çıktılar. Bu durum özellikle Avrupa insanı için geçerlidir. ÇÜnkü Avrupalı kendisini "yaratıcılığın piri" bilip, yüzyıllar boyu dünya gündemini saptamıştır.. Oysa, bu yüzyılda iki süper gücün arasına sıkışıp kalmanın çaresizliğini yaşadı. Öte yandan, "Büyük Makine" dedikleri muazzamlar, yani devlet, siyasi parti, iş alemi, işçi sendikaları, atom bombası, bireyi her an ikame edilebilir bir hiçliğe indirgedi. Kafka, Huxley, Orwell, hatta Pink Floyd bu maazzamlar meselesini anlatırlar. Derler ki, bu yüzyılda insanların dünyası önceki yüzyılların 'güneş ışığının apaçık' dünyası değil, 'gece karanlığının'dünası yani 'Bunalım Çağı'dır. Önce doğaüstü, yani Hristiyanlık, sonra da burjuva yasalarını tepen Batı insanı, kendisini kabul gören bir değer sistemi olmadan yaşamaya yani bunalmaya, mahkum etmiştir. Bu durum bir taraftan da rejimlerin işlerini kolaylaştırır; işte Hitler, işte Franko gibi" "Ya sosyalizm?" "Hiç olmadı ki, canım. Sosyalizm İslamiyet kadar bile yaşayamadı!"

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
142
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
2003
ISBN
975-98554-9-6
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
Kalkan Matbaacılık
Yayın Evi
Aziz Andaç Yayınları

Özgürlük

Özgürsün... Ama bil ki hiçbir özgürlük kayıtsız şartsız olmaz. Ve yine bil ki, mesuliyet özgürlüğün doğasında vardır. Özgürlük ile sınırsızlığı birbirine karıştırma. Özgürlük, insanın kendi haklarının sahibi olması demektir. Bunun ötesini aramak ise, başkasının hakkına göz dikmektir. Sakın sınırsızlık özlemi iradeni esir almasın. Çünkü ölçüsünü yitirene, nimet değil külfettir özgürlük.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Büyük Yalan

Ahlak kaosu dediğin...? "Ahlak kaosu, Büyük Yalan!.. Şimdi, tabi Türkçe'de kelimelerin içi boşaldığı için 'ahlak'ı yeniden tanımlamak lazım. Örneğin sana 'Ayşe ahlaksız bir kadındır' desem, ilk akla gelen şey Ayşe'nin kocasını aldatttığı olurdu. Oysa ben 'Ayşe, ahlaksızdır çünkü muhasebeciliğin m'sinden anlamadığı halde, muhasebeci geçinir demek istiyor olabilirim hatta belki de onu diyorumdur. Aynı şekilde, falan profesör ahlaksızdır dediğim zaman, illa da, o adam yolsuzluk yapıyor demiyorum. Son on yıldır tek bir kitap okumadığı halde, hala ameliyat yapma cüretini kendisinde buluyor, tembelliğinin masada bıraktığı canlara kayıtsız kalabiliyor diyorum. Türkiye'de profesör olmak için iki yabancı dil bilmek gerekirken, bir dil olsun bilen profesör sayısı parmakla sayılacak kadar azdır diyorum. Bir bilimi ona doktorluk edebilecek kadar iyi bildiklerini iddia ettikleri gibi bir Büyük Yalanı paylaşırlar. (burada kelime oyunu yapıyordu Günay. Profesör kelimesinin 'iddia etmekten' türediğini, 'doktora yapmanın' bir bilimi revize ya da tedavi edecek seviyeye ulaşmak demek olduğunu hatırlatıyordu.) Bu yetersiz insanlar zamanla öyle bir şebeke, bir mafya oluştururlar ki iktisattaki kötü paranın iyi parayı kaçırması ilkesi gibi 'sahici' profesörlere hatta 'sahici' profesör olma yolundakilere geçit vermezler. Türkiye'de istisnasız her alanda yaşanan facia budur. Zabıta rüşvet almayanı barındırmaz; politika yalan söylemeyeni; piyasa sözüne sadık tüccarı. Bu kıyım böyle gider"

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Yüz santimlik cetvel

Bazen tüyler ürpertici bir Türkiye tablosu çiziveriyordu."Bir milyondan fazla yüksek okul öğrencimiz var, eğittiğimiz yalan; yüzlerce camimiz var, müslüman olduğumuz yalan, milyarlarca liralık matbaamız var, gazeteciliğimiz yalan; hükümetimiz var, iktidar olduğu yalan; Türkçe konuşuruz, birbirimizi anladığımız yalan; metrelik cetvelimiz var, yüz santim olduğu yalan; kilogram kullanırız, bin gramı doğru tartabildiğimiz yalan; dünyanın en eski uluslarındanız, tarihimiz yalan; NATO'nun en büyüğü ordumuz var, ülkemizi savunabileceğimiz yalan; Cumhuriyetiz, demokrat olduğumuz yalan; konukseverliğimiz ünlüdür, birbirimizi sevdiğimiz yalan...daha sayayım mı?" Ritüeller ülkesi olduğumuza katılıyordum. Hep "..."mış gibi, rencide olmuş gibi, bıcak kemiğe dayanmış gibi, isyan edermiş gibi, inanırmış gibi, hatta eğlenirmiş gibi yaptığımız doğruydu. Kim daha iyi ...miş gibi yaparsa o kazanıyordu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
270
Baskı Tarihi
Ekim 2009
ISBN
978-975-510-767-7
Baskı Sayısı
13. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Mütercimi
Nedret Tanyolaç Öztokat
Orijinal Adı
La Peste
Albert Camus adı, çoğu okurun aklına hemen Yabancı adlı romanı getirir. Ancak, yazarın en önemli yapıtı, aslında, Veba’dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle yazılmış olan Veba, yalnızca 20. yüzyılın değil, bütün bir insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: felaketin yazgıya dönüşmesi. Albert Camus’nün hiçbir yapıtında böylesine acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. Veba, insanın ve aydınlığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur.

Veba

Adamın uğursuzluğu önceden haber verdiğini kabullenmekle birlikte, bunun deprem olacağını anımsatan Tarrou'ya yaşlı adam şöyle karşılık veriyordu:'' Ah keşke bir deprem olsaydı!Tam bir sarsıntı... ve bu iş biterdi. Ölüler diriler sayılır ve oyun biterdi.Ama şu domuz hastalık! Hastalığa yakalanmamış olanlar bile onu içlerinde taşıyorlar''