Sayfa Sayısı
370
Baskı Tarihi
2004 – Aralık
ISBN
975923404-1
Baskı Sayısı
1. Baskı
Yayın Evi
Alteo Yayınları
Mütercimi
Şükrü Zafer Serinken
Orijinal Adı
The School For Gods

Hayat; tıpkı bana yaptığı gibi, sizi de, bir mengenede soluğunuz kesilinceye kadar sıktığında, sizi içinden çıkamayacağınız hayal kırıklıklarına uğrattığında ve hiç bir çıkışyolu bulamadığınızda... işte ancak o zaman bu Kitap, biranda elinize geçecek ve sizi bulacaktır. Böylece Bireysel Devrim'iniziçin, bir insanın hayal edebileceği en büyük maceraya hazırolduğunuzu bileceksiniz: Bütünlüğün üzeve yolunu kaybettiğiniz cennetinize yeniden kavuşmak.

Oluş'umuz yaşamımızı yaratır.

Neden Altını Çizdim?
Dünya sen böyle olduğun için böyledir.

TANRILAR OKULU

Dünya sen böyle olduğun için böyledir.


Türü
Akademik
Sayfa Sayısı
208
Baskı Tarihi
Eylül 2012
ISBN
9789750406157
Baskı Sayısı
2. Baskı
Yayın Evi
Literatür Yayıncılık
Mütercimi
Mehmet Emir Uslu
Grafik Tasarımın Temelleri, çeşitli yayın biçimleri ve disiplinleri kapsarken, grafik tasarımcının rolünü de keşfederek büyüleyici ve dinamik mesleğe dair eşsiz bir bakış sunar. Bu kitap, tipografi, sanat yönetimi, çevre tasarımı, tanıtım ve baskı sonlandırma gibi grafik tasarım sürecinin çeşitli yönlerini incelemektedir. Altı bölümden oluşan Grafik Tasarımın Temelleri, bir disiplin olarak grafik tasarımı, tasarım, kilit mesajları, iş alma ve üretim süreçlerini ele almaktadır.

Grafik Tasarım Temelleri

Benim için iyi bir tasarım, mümkün olduğunca az tasarım anlamına gelir. Basit, karmaşıklıktan daha iyidir. Sessiz, yüksek sesliden daha iyidir. Mütevazi, çoşkudan daha iyidir. Küçük, büyükten daha iyidir. Hafif, ağırdan daha iyidir. Düz, renkliden daha iyidir. Uyum, farklılıktan daha iyidir. Dengeli olmak, çoşkulu olmaktan daha iyidir. Süreklilik, değişkenlikten iyidir. Kıtlık, müsriflikten iyidir. Nötr, saldırganlıktan iyidir. Bariz olan, aranması gerekenden daha iyidir. Az, çoktan daha iyidir. Bir sistem, tek ögeden daha iyidir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
242
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bordo Siyah

Töyonizm???

Töyonizm ile şamanizmin kıymetçe müsavi olması, hukukça erkek ve kadının müsavi tanınmasına sebep olmuştu. Hattâ, her işin gerek töyonizme ve gerek şamanizme istinad etmesi lâzım geldiğinden, her işe ait içtimada kadınla erkeğin beraber bulunması şarttı: Meselâ, velayeti âmme. Hakan ile hatunun her ikisinde müştereken tecelli ettiği için bir emirnâme yazıldığı zaman "Hakan emrediyor kî" ibaresiyle başlarsa mutâ olmazdı. Mutâ olması için, behemehal "Hakan ve hatun emrediyor ki" söziyle başlaması lâzımdı. Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler ancak sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda, ikisinin birden huzuruna çıkardı. Şölenlerde, kenkârlarda, kurultaylarda, ibadetlerde ve âyinlerde, harp ve sulh meclislerinde hatun da mutlaka hakanla beraber bulunurdu. Kadınlar, tesettüre ait hiçbir kayıt ile mukayyet değildiler. Hakanın hükümette şeriki olan hatuna "türkân" unvanı verilirdi. Hatun, hakan sülâlesine mensup umum prenseslerin müşterek unvanıydı, türkân'ın da, behemehal hatunlardan olması lâzım geldiğinden, ona da sadece "hatun" denilebilirdi.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
242
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bordo Siyah
Neden Altını Çizdim?
Saçmalamanın sınırı yok!

Feminist Atalarımız

Eski Türkler, hem demokrat, hem de feminist idiler. Türklerin feminist olmasına başka bir sebep de, eski Türklerce şamanizmin kadındaki küdsî kuvvete istinad etmesiydi. Türk şamanları, sihir kuvvetiyle hârikalar gösterebilmek için kendilerini kadınlara benzetmeğe mecbur idiler. Kadın elbisesi giyerler, saçlarını uzatırlar, seslerini inceltirler, bıyık ve sakallarını tıraş ederler, hattâ gebe kalırlar, çocuk doğururlardı.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
136
Baskı Tarihi
1999
ISBN
978-975-342-240-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis
Editörü
Semih Sökmen

"Kitabımın temel çıkış noktası Türkiye'de demokratik bir açılımın önündeki engellerin araştırılması oldu. Cumhuriyet tarihinin oluşturduğu iradeli, misyoner vatandaş tipi belki de bu engellerin en önemlisi. Düşünce tarihi açısından bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının Aydınlanma öncesi bir 'toyluk' varsayımı üzerine inşa edildiği görülüyor; aydınlanmamış toy zihinlere onların talepleri öncesinde vatandaşlık kostümü giydirilmiş ve yaşam, vazifelerle anlamlandırılmaya çalışılmış. Bu vazifelerin en başında da 'izlemek' geliyor.

Cumhuriyetin İdeal Öğrencileri

Cumhuriyet Türkiyesi'nin en ideal öğrencileri soruların cevaplarını bilen ancak kendileri soru sorma alışkanlığı edinmemiş kişiler olarak yetişmişlerdir.


Braveheart (Cesur Yürek)
Cesur Yürek; (İngilizce: Braveheart) Mel Gibson'in yönettiği ve başrolünü oynadığı tarihî, yarı kurgusal film. William Wallace'ın hayatını anlatır. Film Türkiye sinemalarında yıllarca gösterilerek bir rekora imza atmıştır. 1996 yılında 10 dalda Oscar'a aday olan yapım, yönetim, görüntü yönetimi, efekt, makyaj ve en iyi film dallarında ödüle layık görülmüştü. https://tr.wikipedia.org/wiki/Cesur_Y%C3%BCrek

Herkes Ölür Ama Herkes Gerçekten Yaşamaz

Herkes Ölür Ama Herkes Gerçekten Yaşamaz

Braveheart (Cesur Yürek)
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Kemalizm Muhalefete Asla İzin Vermemiştir

1930’daki “itaatkâr” bir muhalefet partisi denemesi bir yana bırakılırsa, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Türkiye’de hiçbir yasal muhalefet topluluğu faaliyet göstermemiştir. Yeraltı muhalefeti ise, etkisi olmayan bir komünizm hareketiyle ve Kürt milliyetçilerinin daha etkili olan eylemleriyle sınırlıydı. Güneydoğu’daki dağlarda hemen her zaman küçük çaplı ayaklanmalar yaşanıyordu ve 1937-1938’de Dersim’de ise büyük yerlerde bulunan çeşitli siyasal akımlardan küçük mülteci toplulukları (saltanatçılar, liberaller, İslâmcılar, sosyalistler), risale ve dergilerde rejime saldırmayı sürdürüyordu, ama hiçbirinin gerçek bir ağırlığı yoktu.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Kemalist Türkiye’nin siyasal sistemi

Mart 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu’nun ilân edilmesinden itibaren Türkiye’nin yönetim biçimi, bir otoriter tek parti yönetimi, açıkçası, bir diktatörlüktü. Takrir-i Sükun Kanunu’nun ve bu yasa gereğince kurulmuş olan mahkemelerin 1925-1926 yıllarında bütün muhalefeti susturmada nasıl kullanılmış olduğunu ve Mustafa Kemal’in 1927’deki büyük nutkunda bu bastırma eylemini nasıl haklı çıkardığını görmüştük. Takrir-i Sükun Kanunu, hükümetin bu yasayı kaldırmakta artık bir sakınca görmediği 1929 yılına kadar yürürlükte kaldı. Cumhuriyet Halk Fırkası her bakımdan bir iktidar tekeli kurdu ve 1931’deki parti kongresinde Türkiye’nin siyasal sistemi tek parti sistemi olarak resmen ilân edildi. 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Osmanlı'da tarım dışı üretim

Tarım dışı üretim, tamamıyla loncaların hâkimiyetindeki, kentlerde bulunan, küçük ölçekli işletmelerle sınırlı kalmıştı. Bu loncalar, Ortaçağ sonlarının Avrupa’sındaki benzeşikleri gibi, üyeleri olmayanları uğraş alanlarının dışında tutuyor ve böylece kendi üyelerinin geçim yolunu muhafaza ediyorlardı. Aynı zamanda da müşterilerine işçilik ve malzemenin kalitesini garanti ediyorlardı. Loncalar, bir çırağın kalfa, kalfanın da –sonunda– usta haline gelebildiği katı bir hiyerarşik sistem sayesinde disiplin ve standardı muhafaza ediyorlardı. Loncalar genellikle yeni ürünleri ve yeni üretim yöntemlerini kuşkuyla karşılıyorlardı. Ayrıca loncalar, Avrupalı benzeşikleri gibi, kasabalardaki toplumu güçlü şekilde etkisi altına alan dince onaylanmış bir ahlâk ve değerler bütününü devam ettiriyorlardı (loncalar ve tarikatler arasındaki yakın bağlar sıklıkla belirtilmiştir). Ordu ve bürokrasinin neredeyse bütününde örgütleniş ve eğitim düzeninde loncalarınki örnek alınmıştı. Bu, lonca örgütleri dışında kalan hiç kimse olmadığı anlamına gelmiyor: aslında iş verme sistemlerinin birçok örneğini tespit etmiştir.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Osmanlı'da Ana Vergi Tabanı Tarımsal Üretimdi

Tarımsal üretim, devletin esas vergi tabanıydı ve bu vergiler, artık her yerde iltizam sistemi yoluyla toplanıyordu. İltizam sistemi, Arap eyaletlerinde İmparatorluğun klâsik döneminde bile olağan bir uygulamaydı. İltizam, belli bir bölgede belirli bir dönemde vergi toplama hakkının devlet tarafından açık artırma yoluyla satılması ve bireyler tarafından satın alınıp, parasının önceden ödenmiş olması anlamına geliyordu. Bu mültezim ler genellikle, satınalımlarına gereken parayı sağlamak için, büyük kentlerdeki Musevi ya da Ermeni sarrafların birinden borç alırlardı. Bu sistemin merkezî yönetim açısından birçok yararı vardı: Geliri garanti edilir, artık hasadın başarısına bağımlı kalmaz ve vergiyi önceden tahsil ederdi. Köylüler açısından ise esas güçlük, gerek mültezim in kendisinin, gerekse mültezim e kredi vermiş olanların yatırımlarından kâr elde etmek istemeleri, bunun da köylülerin üzerindeki yükü artırmasıydı. Vergilendirmenin ayni olduğu yerlerde (bu istisna olmaktan çok, kuraldı), mültezim ler buğday gibi ürünlerin fiyatından dolayı spekülasyon fırsatlarını artırmışlardı. 18. yüzyılda, iltizam ın ömür boyu kiralanması demek olan “malikane”, giderek yaygın hale gelmişti. Âyanı güçlü kılan şey büyük ölçüde, iltizam sistemi üzerindeki ezici hâkimiyetiydi.