Türü
Roman
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
2007
Basım Yeri
istanbul
Mütercimi
türkçe
Orijinal Adı
şehadetname
Çanakkalenin bir öyküsüdür
Güneşi vurmak..
Güneş yaradılışı gereği bütün gücüyle toprağı ısıtmaya,üzerindeki varlıklara canlanmaları için yardım etmeye hazırlanıyordu. Bu canlılığı yok etmek, güneşi vurmakla eş anlamlıydı. Ancak vahşetten büyüüük bir zevk alanlar; karanlığı sevenler, güneşi vurabiliirlerdi.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
"Asıl farkımız derunî tempomuz ve ahenk meselesidir."
Alman Musikîsi
Asil, hakikî ve en olgun musiki, kalbe, asaba değil, dimağa hitap eden musiki. İnsanı, nefsinin bütün zulümlerinden, tahakkümlerinden halâs eden tatlı ve daimî bir fikir aydınlığı. Rabia, bunları müphem bir şekilde hissederken Kanarya, Vehbi Efendi'ye diyordu ki:
— Bizim Efendi kadar Alman musikisini çalan adama tesadüf etmedim. Ben bir şey anlamıyorum. Bu Bach mı, Beethoven mi?
— Bilmem. Ben de sade dimağa hitap eden bu cins musikiden hiç anlamıyorum. Halbuki Avrupa musikisini pek severim. Bilhassa, Peregrini çaldığı vakit. Bana, Efendi'nin çaldığı hava ne gibi gelir, size anlatayım. Dâhi bir mimarının kurduğu bir sada abidesi. Yalnız riyazî bir dâhi böyle bir eser yaratabilir.
— Acaba bu abidenin içi nasıldır dersiniz?
Vehbi Efendi biraz düşündü. Cevap verdiği zaman bir sada abidesini değil, Şark ve Garp'ta alelade insanların meskenlerini mukayese ederek anlatıyor gibiydi.
— İçleri hep mantığa uydurularak yapılmış olacak. Her parçası bir maksat için yapılmış. Onlarda bizimkilerdeki köşeler, bucaklar olmasa gerek. Bir maksat düşünülmeden yapılan köşeler. Fakat ne kadar daha cana yakın ve sıcaktırlar!
Kanarya yavaşça güldü.
— Sizi sıktım mı?
Nejat Efendi salona dönmüştü.
Rabia gözlerinde samimî bir minnetle teşekkür etti. Hakikat yüzü dinlenmiş, tavrı eski sükûnunu almıştı. Vehbi Dede, Efendi'ye doğru ilerledi.
— Hanımefendi'ye Alman musikisinin, sizin çaldığınız kısmından bir şey anlamadığımı söylüyordum.
— Fikrî musikiyi biz pek anlamıyoruz.
Bu mevzu Efendi'nin salâhiyetle bahsedebileceği mevzu olduğu için kekelemeden söylüyordu. Devam etti:
— Fakat bizi Garp musikisinden ayıran bu fikrîliği değildir. Çünkü Garp musikisinde de fikrî olanı çok azdır. Asıl farkımız derunî tempomuz ve ahenk meselesidir.
— Garp musikisinin melodisi yoktur. Kanarya atılmıştı:
— Size öyle gelir. Fakat muhtelif melodileri bir araya katıp yaptıkları bu muğlak ahenk bence medeniyetlerinin en büyük, belki bir tek muvafakiyeti Bizdeki tek başına tekrar edilen, söylenen melodiler insana bir yalnızlık hissi verir. Alaturka şarkı söyleyen bir adam bana kendi içine hapsolmuş bir adam gibi gelir.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
117
Baskı Tarihi
Eylül 2011
Yazılış Tarihi
2010
ISBN
978-975-996-281-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri.
Şehrin ötekileri yani.
Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs.
Karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani. Tarık Tufan, “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak” kitabında her şey hızla akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.
Matematik ve Tanrı
Her yıl düzenlenen ve tek bir ikişiye verilen en büyük para ödülü olan Tempteton Ödülü bu sene , "hayatın en büyük sorusu" yani Tanrı'nın varlığının matematiksel yolla ispatı üzerinde yürüttüğü çalışması nedeniyle Polonyalı teolog ve matematik profesörü Michael Heller'e verilmiş.. Tanrı ve matematik ! Matematik ve Tanrı ! Olmuyor, bir türlü yanyana gelmiyor zihnimde. Matematiği zayıf adamlardan biriyim çünkü ben. Modern akıl, Tanrı'yı hesaplanabilir bir obje hâline dönüştürme çabası içinde. Modern hayat, modern akıl, bir türlü insanın kalbinden silemediği "inanmak" duygusunu, matematiksel bir problem hâline dönüştürüp,bilimsel teoriler yığınının içindeki sıradan yerine fırlatmayı hesaplıyor. Yüzyıllardır bunun için denemediği şey kalmadı ve fakat Tanrı,merhametli yüzünü üzerimizden eksik etmediğindenbilim denen ateşli silahın boşalttığı mermiler yüreğimize değip başka yere sekiyor. Siz bakmayın matematikle, bilimle Tanrı'yı arama çabalarına.Bir hakikatin peşinde değiller. "Hesaplanabilir bir tanrı" icat ederek kendi hurafelerinin, yoz ahlâklarının,sömürü saldırganlıklarının yaydığı pis havayı tamizlemeye çalışacaklar. Kendi tanrısallıklarını, icat ettikleri bu "modern tanrı" ile gizlemeye çalışacaklar.. ben sizin matematiğinizin hesaplayabildiği bir Tanrı'ya inanmıyorum !
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
2007
Basım Yeri
istanbul
Mütercimi
türkçe
Orijinal Adı
şehadetname
Çanakkalenin bir öyküsüdür
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
448
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9786050902518
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır.. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe...
Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur?
İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır.
Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın.
Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur.
Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır.
En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe...
Attığımız her adım, yaptığımız her işte kendimizi yansıtırız.
Budur çözülmesi gereken bilmece...
Kimse kimseyi tekamül ettiremez..
"..İnsan yüreği soba gibi. Sıcaklık üretiyor, enerji yayıyoruz. Ama başkalarını suçlayınca, onları karalayınca, dedikodu yapıp kem konuşunca enerji kaybolur. Yüreğiniz soğur.
Zişan diyor ki, 'Her zaman kendi içine bakmak en emin yol. Başkalarıyla uğraşmayı bırak. Her gazap, her kahır ağır bir çanta. Niye taşıyasın? At onları. Sıcak hava balonu gibi hayat. Yukarı mı gitmek istersin, aşağı mı? Hiddeti, intikamı, rekabeti bırak. Torbalardan kurtul.'
Zişan diyor ki, 'Evren yuvarlak, çemberde iki yay var. Biri yükselen, biri alçalan. Her insan durmadan hareket halinde. Bazısı iner, bazısı çıkar. Yükselmek istiyorsan, en çok kendini eleştir. Kendi hatalarını görmeyen asla iyileşemez.'
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
598
Baskı Tarihi
ekim 2006
ISBN
9758180037
Baskı Sayısı
35. Baskı
Tefsir, Hadîs, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirili ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, “Başlangıç” yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak “doğru” üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, sanat eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selâhiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak, inanmış ve teslim olmuş sanat tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur.
Türü
Şiir
25 yaşındaki alper gencer'in varlık yayınları arasında yayımlanan şiir kitabının adı. Cerrahpaşa tıp fakültesi mezunu alper gencer ah isimli şiir kitabıyla 2005 yılı varlık şiir ödülünü aldı. üç tane kısa film çekmiş olan alper gencer, yakında ilk uzun metraj sinema filminin çekimlerine başlayacak. şiirlerini ve yazılarını, varlık, yasakmeyve, dergah, derkenar, merdiven şiir vb. dergilerde gördüğümüz alper gencer, moğol orduları gibi girdi edebiyat ve sanat ortamına. ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. alper gencer de her koldan ilerlemeye devam ediyor. tıpkı moğollar gibi, nerede bir bina görse "benim atlarım nerede otlayacaklar?" deyip yıkıyor hemen. alper gencer, statükoyu ve binaları, atları ve şiiriyle yerle bir ediyor. edebiyat bozkırında alper'in dörtnala koşan atlarından/şiirlerinden bir toz-duman bulutu yükseliyor gökyüzüne, sis dağılınca da bozkırın yemyeşil bir vahaya dönüşmüş olduğunu farkediyorsunuz.
İTÜ Sözlük'ten
bir gün daha azaldım, biraz daha mutluyum...
Sen uzakta uyurken geceyi terleyen benim!
Bir gün daha azaldım, biraz daha mutluyum.
Gecenin tannanıyla göğsüme oturan demir
Gayrı meşru bir soluk doğuruyor canımda
Kusursuz karanlığım sen sesinde susarak
Gözü dönmüş bir karşılık bakınıyor kendine
Karanlığın içinde, sen umarsız uyurken
Her tanımım bir ölümü tamamlıyor burada
Dokunduysak bu oysa kahır çoğaltmak için değil
kendimizin çölünü sulamak içindi biraz
bir gün daha çoğalmak, belki yorgun ve deli
azaltırdı yükünü göğsümdeki demirin !
Türü
Şiir
25 yaşındaki alper gencer'in varlık yayınları arasında yayımlanan şiir kitabının adı. Cerrahpaşa tıp fakültesi mezunu alper gencer ah isimli şiir kitabıyla 2005 yılı varlık şiir ödülünü aldı. üç tane kısa film çekmiş olan alper gencer, yakında ilk uzun metraj sinema filminin çekimlerine başlayacak. şiirlerini ve yazılarını, varlık, yasakmeyve, dergah, derkenar, merdiven şiir vb. dergilerde gördüğümüz alper gencer, moğol orduları gibi girdi edebiyat ve sanat ortamına. ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. alper gencer de her koldan ilerlemeye devam ediyor. tıpkı moğollar gibi, nerede bir bina görse "benim atlarım nerede otlayacaklar?" deyip yıkıyor hemen. alper gencer, statükoyu ve binaları, atları ve şiiriyle yerle bir ediyor. edebiyat bozkırında alper'in dörtnala koşan atlarından/şiirlerinden bir toz-duman bulutu yükseliyor gökyüzüne, sis dağılınca da bozkırın yemyeşil bir vahaya dönüşmüş olduğunu farkediyorsunuz.
İTÜ Sözlük'ten
niyeler, niçinler, nasıllar...
ah, ne çok varşeyler ortasındasın
niyeler, niçinler, nasılar...
kolların şehre homurdanmıyor
homurdandığı onca şey arasından
unutmaktan müebbet dönüşmek yemişsin
şehrin banklarına çakılıp ağlamışsın
öyleler, çünküler, böyleler...
Doğru yoldan ayrılmamamız için...
Mânevî yapıyı inkar edenler veya gereğinden fazla darlaştıranlar birgün materyalizme saplanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Aynı şekilde, islâmın toplum düzeni ve fert yaşayışı için buyurduğu kurallara uymayanlar veya bunları, kendilerinin bâtın adamı olduğu iddiası veya islâmın büyüklerinden birine bağlılıkları bahanesiyle inkâr edenler de bir vakitler bâtınîlerin düştüğü vartaya düşmekten kurtulamayacaklardır. Ruhumuzu bu iki aşırılıktan, sapmadan korumaya çalışmamız, dengeli bir gidiş sahibi olarak ruhun ve maddenin dışın ve için, toplumun ve kişinin hakkını verme prensibine sımsıkı sarılmamız, doğru yoldan ayrılmamamız için şarttır.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
464
Baskı Tarihi
Mart 2012
Yazılış Tarihi
2008
ISBN
978-605-5996-14-7
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
Ada Ofset
Mütercimi
Salih Uçan
Bu mükemmel eser, İmam Gazali´nin üç eserinden biri ve birincisidir.
Tasavvufi İncelemeler konusunda en geniş ve en kapsamlı eserin "El Munkiz" olduğu tescil edilmiştir.
Bu eserde, tasavvufi konular en ince ayrıntısına kadar incelenmiş ve irdelenmiştir.
Türkçe karşılığı "Dalaletten Hidayete" olan bu kitap çok ciddi bir çalışmadır.
İmam Gazali bu eserinde, tasavvufun insanlar üzerindeki müspet ve menfi tesirlerini açıklamıştır.
Neden Altını Çizdim?
.. Eyledim ilmi talep.
Meğer ilim bir hiç imiş,
İlla edep illa edep."
Böyle başlayan bir kitabın yazarının Rabbine şükür..
Meğer ilim bir hiç imiş,
İlla edep illa edep."
Böyle başlayan bir kitabın yazarının Rabbine şükür..
"Gezdim Halep ile Şam'ı..
Gazâlî; "Allah rızası dışında bir maksatla ilim aramaya koyulduk; fakat ilmin kendisi, Allah rızası dışında bir maksada alet olmadı." diyor.